22 Aralık 2011 Perşembe

Ece Hanım’ın “Herkes”i (Bir Gün Herkes Banu Güven Olmayacak)

“Sınıfsız Domates” denen o garabet yazısını eleştirdiğimden beri Ece Temelkuran hakkında yorum yapmamak için ciddi bir özen gösteriyorum. Zira Temelkuran’la ortak arkadaşlarımız, dostlarımız var ve onlar arkadaşlarını korumak istediklerinde ne yazık ki işler kişiselleşiyor, kalpler kırılıyor. Ama şunu da söyleyeyim, o “Sınıfsız Domates” yazısına yapılan onca savunma içinde, başta Temelkuran’ınki olmak üzere, yazının içeriğindeki avuç dolusu faül hakkında tek bir doyurucu savunma gelmedi. Onun yerine bol bol “Ece iyi kızdır” savunması dinledim. Ben de “kötüdür” demedim zaten, tanımam da kendisini.

Bana bu yazıyı yazdıran şey, Ece Temelkuran’ın Habertürk’te çıkan “Bir gün herkes Banu Güven olacak” yazısı. Temelkuran, iyi niyetli olduğundan yüzde yüz emin olduğum bir şekilde, medyaya yapılan baskılardan bahsediyor ve Banu Güven’in kendisine açtığı blogda sergilediği habercilik örneklerini övüyor. Şunu net bir şekilde söyleyeyim; hem medyaya yapılan baskılar konusunda, hem de Banu Güven’in blogu konusunda kendisiyle tamamen hemfikirim. Hiçbir itirazım yok o konuda. Eline sağlık.

Lakin şu paragrafından itibaren ayrılıyoruz; “Sanırım eninde sonunda hepimizin yapacağı bu olacak. Geriye sadece hakikaten habercilik yapmak isteyen, hakikaten sözünü söylemezse yaşayamayacağını hisseden insanlar kalacak ve kendi medyalarını kuracaklar.“

Ben “Sınıfsız Domates” yazısını eleştirirken Ece Temelkuran’ın dünyayı yalnızca kendi ait olduğu sosyal sınıf ve kendi sosyal çevresi üzerinden anlamlandırmaya çalışmasını eleştirmiş ve şunu demiştim: “Siz bu sınıf öfkesi işini Oxford’lu siyaset bilimci arkadaşınıza değil, gazetenizin binasının hemen arkasındaki Dolapdere’de evlerini zenginlere kaptırmakta olan insanlara bir sorun.” Şimdi yine benzer şeyler söylemek durumundayım.

Sıkıntı şu; Ece Temelkuran yine ve kim bilir kaçıncı kez, konunun merkezine kendisini ve kendi gibileri koyuyor. Bu örnekte “herkes” dediği Banu Güven ve kendisi gibiler. Eğer Pi sayısını 3 alır gibi “herkes”i Banu Güven ya da Ece Temelkuran alırsak dediği doğru. Ancak Pi, hâlâ 3.141592653589793238462643383279502… diye sonsuzluğa uzuyor; Banu ve Ece Hanımlar da hâlâ Türkiye medyasının en şanslı azınlığına mensup.

Medya, Türkiye’de sendikasızlaştırmanın ve iş güvencesizliğinin en ağır yaşandığı sektörlerden. Aynı şekilde medya gruplarının iş dünyası ve egemen siyasetle olan etle tırnak ilişkisi nedeniyle editöryel bağımsızlıktan da bahsetmek mümkün değil. Bütün bunların sonucu olarak gazeteci dediğimiz insan bu ülkede, hele ki ana akım medyada çalışıyorsa, işine yabancılaşmış, istediğini yazamayan, özel alanda bile kendini ifade etmesi hoş görülmeyen, çok çalışan, az kazanan, mutsuz ve güvencesiz bir insan.

Evet, bu ülkede ana akımda çalışan bir sürü gazeteci toplumsal olaylara duyarlı, bu işin böyle olmaması gerektiğini biliyor ve başka bir medya düşlüyor. Zaten mutsuz olmalarının nedeni de bu. Ama pek azı Banu Güven gibi kapıyı çekip çıkabilir, çünkü ödemeleri gereken bir ev kirası, bakmaları gereken bir aile var. Çocuğumuz bizden bir şey istediğinde, kaçımız Spartaküs kalabiliriz ki?

Yani herkes Banu Güven olamaz maalesef, olamıyor, olamayacak. Ancak Ece Temelkuran’ın dünyasındaki “herkes” Banu Güven olabilir. Onlar kapıyı vurup çıkabilir, kendi bloglarını açıp istediklerini yapabilir. Kınamak için söylemiyorum, sonuçta herkes bunu yapmak ister. Ayrıca başka bir ana akım haber merkezine atlamak yerine, bunu yapması da saygıya değer. Mesele o değil.

Mesele şu. Ece Hanım “herkes” deyince, kimse “herkes” olmuyor. Her şeye kendi sınıfının, kendiyle aynı hayatı yaşayan insanların perspektifinden bakmayı bıraksa, biraz altındaki insanların o hani kendi deyimiyle “bir aylık maaşları kadar parayı ayakkabıya yatırdığı” insanların yaşamına baksa, bazı şeyleri görecek. Neyi görecek mesela? Ana akım medyada çalışıp tuttukları blogda yazdıklarını şeflerinden gizlemek zorunda olan, Twitter’a girişi yasaklanmış gazetecileri görecek. Bizzat kendi çalıştığı gazetede eline “hakkında yazılması yasak konular” tutuşturulmuş, kendini patronun tetikçisi gibi hisseden ve kendini ifade etme şansı sıfırlanmış insanları görecek. Evet, onlar da kapıyı vurup çıkmak ve kafasından geçenleri haykırmak istiyor. Ama onlar bunu yaparsa bırak ayakkabı alışverişi çılgınlığına kapılmayı filan, aç kalırlar. Yapabilecekleri en fazla dörtte bir maaşa BirGün, Evrensel, Özgür Gündem ya da başka bir özgür yayın organına geçmek, orada da Zeynep Kuray dostumuz gibi bir gün kolundan çekilip göz altına alınmak olur. Çoğunluk bunu da yapamaz, kendi depresyonunda yaşar, gider. Ta ki bir gün bir tenkisat dalgasında kapının önüne konana kadar.

Özetle; ana akımın köşelerini tutmuş bir avuç şanslı insanla, o sürünmeye mahkum edilmiş medya çalışanlarını karıştırmayın. “Herkes” biziz, siz olsa olsa “bazıları”sınız. Sizi şanslı olduğunuz için suçlamıyoruz ama “herkes” adına konuşmaya hakkınız yok. Çünkü sizin “herkes” dediğinizle, bizim “herkes” dediğimiz farklı. Siz “sınıf teorisi”ni domatesler üzerinden sorgulayan Ece Hanım buna ne dersiniz bilmiyorum da, ben “sınıf farkı” diyorum.

Belki sizin iddia ettiğiniz gibi domateslerin sınıfı yoktur bu ülkede de, gazeteciler arasında epeyce bir sınıf farkı var, bilesiniz.


Dağhan IRAK