13 Mart 2013 Çarşamba

Türkiye'de Sosyalist Hareket ve Şiddet - 2

Yazıya kısmi itirazlar geldi, solun kendini savunmak dışında şiddete başvurması durumu haricinde şiddetin gereksiz olduğu gibi, benim işaret etmek istediğim o değildi. Ki şiddet sadece faşistlerin veya devlet aygıtlarının öldürmesi veya yaralaması değildir. Şu anda hali hazırda, işçiler, sosyalistler, kadınlar, eşcinseller, Kürtler, Aleviler ve her azınlık üzerinde şiddet uygulamaları devam etmekte. Her sene yüzlerce işçi iş cinayetlerinde ölürken, kadınlar erkekler tarafından öldürülürken, eşcinseller sürekli fiziki ve psikolojik şiddet altındayken, sosyalistler, Kürtler cezaevlerini doldurmuşken, Aleviler kimlikleri nedeniyle kaygı duruyorken, gayrimüslim azınlıklar devletin ve egemen anlayışın sürekli tehditi altındayken, hemen her ay ülkenin bir yerinden linç haberleri geliyorken, şu anda şiddet olmadığını söylemek en hafif tabiriyle safdillik olur. Benim tek göstermeye çalıştığım, solun şiddet uygulamasının temelinde (bu ülkenin özgün koşulları nedeniyle) kendini savunmak olduğudur.

Bu arada neredeyse dünyadaki bütün kitle tabanı olan faşizm yükselişinde, devrimci bir dalganın kırılması varken, Türkiye'de tam tersi bir durum oldu, 70'lerde devrimci durum antifaşist direniş üzerinden yükseldi. (60'larda ise mücadelenin militanlaşmasına meydana gelen faşist saldırıların neden olduğunu söyleyebiliriz). Bu savunma üzerinden yükselişin kimi avantaj ve dezavantajları oldu, avantajı insanların kitlesel şekilde kendilerini koruyan devrimcilere yakınlaşması olurken, dezavantajı 12 Eylül darbesi sonrası artık korunmaya ihtiyaçları kalmayıp darbeye kitlesel karşı koyuş iradesi göstermemeleri oldu. Özellikle Maraş katliamı sonrası daha "militan" örgütler güç kazanırken ( ilk başlarda İlker Akman, Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş'in öldürülmesi ile sonlanan zayıf bir çıkış dışında pek varlık gösteremeyen örgütler) daha kitlesel örgütler de savunmadan saldırıya geçmeyi tercih etti, silahlı mücadeleye karşı örgütler de en azından kendilerini savunmak için silah kullanmaya başladılar. 74'de fabrikaları, mahalleleri, okulları ele geçirmeye çalışan faşistler neredeyse tamamen atıldılar buralardan. Faşist hareket sıkıyönetim ilan ettirmek için kitlesel katliamlara başvurdular.

(Bir önceki yazıdan tarihsel gidişata devam edelim, Devrimci Yol savunmasından kısalttığımı hatırlatayım)

6) MC iktidarı sol akımlara karşı kendini koruyabilmek için faşist terörü hızlandırırken, MHP, MİT, Eminiyet ve eğitim kurumlarını ele geçirmek için yoğun bir çalışmaya girdi. Bu kadrolaşma ülkeyi tamamen faşistleştirmenin önemli bir ayağıydı. Elbette en üzerinde durulan kurum Emniyet oldu. Bu sayede sivil faşistlerle emniyet ortak hareketlerini iyice ivmelendirdiler. Bir yandan polisler eliyle cinayetler işlenirken, öte yandan da sivil faşistler kollandı. Öte yandan da öğretmen yetiştiren kurumların başına da MHP'liler geçirildi. Üniversiteler ise sürekli bombalamalarla, silahlı rastgele saldırılarla terörize edilip korkutulmaya çalışıldı, sadece Yükseliş'teki öğrencilere 3 sefer bombalı saldırı, sayısız silahlı saldırı düzenlendi. ODTÜ'ye ise Hasan Tan rektör olarak atanıp, yüzlerce silahlı faşist işçi olarak alındı. 9 ay süren Hasan Tan rektörlüğü döneminde sürekli boykot yapılırken, 3 öğrenci, 2 işçi öldürüldü, öğretim üelerine 10 sefer bombalı saldırı düzenlendi. En son olarak 2 Aralık 1977'de yapılan saldırıda bir eyleme yapılan saldırıda bir öğrenci ölürken 50'ye yakın öğrenci yaralandı. Öte yandan TAriş, Aliağa, Seydişehir, İsdemir başta olmak üzere pek çok fabrikada faşist saldırılar oldu. Seydişehir'de örgütlü işçi sendikası yoğun faşist ve polis saldırısı sonucunda kapanırken, 8.000 işçi işten çıkartılıp yerlerine faşistler yerleştiriliyordu.

7) 1976 Ocak ayında ODTÜ öğrencisi Semih Erbek ODTÜ otobüs duraklarının taranması sonucu hayatını kaybetti, çok sayıda öğrenci yaralandı. 6 Ocak'ta Hacetepe üniversitesinin yurdu basıldı Şükrü Bulut öldürüldü. Cenaze törenine polis ateş açtı Nuray Erenler hayatını kaybetti.Pazarcık'ta Mustafa Şahpınar öldürüldü. sadece Ocak ayında 12 devrimci öldürülürken, solcular tarafından öldürülen sağcı bir kişiydi. Polis - faşist işbirliği artarak devam ediyordu. Şubat ayında polis Ankara'da bildiri dağıtan Mustafa Sargın'ı öldürdü. Mart ayında Hüseyin Güzel İzmir'de faşistler tarafından öldürüldü.İstanbul'da İTÜ öğrencisi Mehmet Ömer öldürüldü. İzmir, İstanbul, Eskişehir, Gaziantep ve Erzurum'da faşistlerin ve polislerin saldırılarında onlar öğrenci yaralandı. Trabzon ve Ankara'da Orhan Aydın ve Sami Ovalıoğlu faşistler tarafından öldürüldü.

8) Öte yandan faşistler mahalleleri ele geçirme çalışmalarına başladılar, Ankara Yenidoğan'a defalarca kez polis ve asker desteğiyle yüzlerce faşist silahlarla basmaya çalışsa da her seferinde püskürtüldüler. Abidinpaşa'ya yönelerek 13 Mart'da Ata Yıldırım'ı öldürdüler. Benzer şekilde İzmir Gültepe'ye de saldırsalar da ele geçiremediler. Bu arada kitlesel mücadelelerde DGM'ler kapattırıldı. 8 Nisan'da faşistler SBF'yi basarak Hakan Yurdakuler'i öldürdü, cenazesine ateş açan polis Eşari Orhan ve Burhan Barm isimli iki öğrenciyi öldürdü. İstanbul'da 1 MAyıs afişlerini adan işçi MEhmet Dağbaşı öldürüldü, 1 Mayıs'ta SBF öğrencisi Ali Fuat Okan faşistler tarafından öldürüldü. MEhmet Kocadağ 1 Mayıs afişi yaparken gözaltına alındıktan sonra boğazı kesilmiş olarak bulundu. Mayıs ayında faşistler tarafından vurulan lise öğrencisi Fahir Doğan, Ankara'da Fevzi Aslansoy, İstanbul'da Erdoğan Yalçıngül ve evine yazılan MHP sloganlarını silen Ensari Bingöl öldürüldü.

9) Haziran'da okullar kapanınca faşist saldırılar bütün Anadolu'ya taşındı, Antep'de 4 gencin bulunduğu ev tank tarafından yıkılarak içindeki 4 kişi öldürüldü.  Bursa'da bildiri dağıtan işçilere ateş açıldı, Muammer Çetinbaş öldürüldü. Temmuz ayında Konya'da öğrenci Ali Naci Çobanoğlu faşistler tarafından, Adana'da ise Özkan Arabacı polisler tarafından dövülerek öldürüldü. Ağustos ayında Manisa'da ŞAnver Cura faşistler tarafından bıçaklanarak, Malatya'da NAim Korkmaz silahla, Samsun'da Remzi Arat bıçaklanarak öldürüldü. Haziran Eylül arası 42 ölüm olmuştu (31'i Ankara ve İstanbul dışından) 21'i sol, 8, sağ (kalan 4 güvenlik mensubu, 2'si çocuk, 4'ü bilinmiyor, 3'ü diğer siyasi görüş, örneğin Ahmet Albayrak MHP'den MSP'ye geçtiği için "davadan dönmeksi" nedeniyle öldürülmüştü. Faşist terör ülkenin her yerindeydi artık.

10) Eylül ayında okullar açılınca faşist terör yine üniversitelerin çevresinde yoğunlaştı. Ekim ayında Taksim'de devrimci öğrencilere faşistlere otomatik silahlarla ateş açtı, 5 öğrenci yaralandı. Murat Öngel Kütahya'da, Faruk Sevinç ise Ankara'da öldürüldü. Adana Kısmetli'de faşistler CHP'Li belediye başkanının evini bastılar ve kızını öldürdüler. İstanbul üniversitesinde faşistlerin silahlı saldırıları sonucu çevredekilerden bir çocuk ve bir esnaf hayatını kaybetti. Ankara Abidinpaşa'da bir öğretmen evindeyken etrafta ateş açan faşistlerin kurşunlarıyla hayatını kaybetti. Kilis, Ankara, İstanbul, Erzincan, Turgutlu, Antep ve Ceyhan'da 6 'sı öğrenci toplam 11 kişi daha faşistler tarafından öldürüldü. Aralık ayınca Ankara Ziraat Fakültesi öğrencilerinin minibüsü tarandı, Aynur Sertbudak öldürüldü. Torbalı ve İzmir'de 2 CHP'li öğretmen öldürüldü. 1976 Ekim, KAsım ve Aralık aylarında siyasi sebeplerle 15'i öğrenci ve 2'si öğretmen olmak üzere 27 kişi öldürüldü. Bunların 17'si devrimci ve 4'ü sağcıydı. Bütün bu saldırılar yılgınlık yerine direnişi büyütüyordu.

11) 1977'nin ilk 5 ayında 157 kişi hayatını kaybediyordu, 100'ü solcu, 27'si sağcı (kalanlar değişik görüşler, belirsiz, çocuk veya güvenlik görevlisi). Ocak ayının ilk cinayeti İstanbul Beşiktaş'ta bir devrimcinin öldürülmesiydi, Ankara'da Halkevleri Genel MErkezi bombalandı, İstanbul'da DMMA lokalinde bir öğrenciyi, Manisa, Maltya ve ISparta'da bıçakladı 3 kişiyi, İskenderun'da üzerine dinamit attıkları bir kişiyi ve İstanbul'da yaylım ateşle 2 öğrenciyi öldürdü faşistler. Şubat ayında Zeki Erginbay İStanbul'da kaçırıldıktan sonra işkence edilerek öldürüldü. Bu sırada faşist terör altında işçi hareketi de ivmelenerek devam ediyordu, çok sayıda maden ocağında işçiler greve gidiyor, karşılığında silahlı saldırılara uğruyorlardı. 1977 Mart'ında faşistler Uşak Eğitim enstitüsünde kadın devrimci öğrencilere saldırıp çoğunu yaraladı, polisler ise bu saldırıya açık destek verdi. Uşak halkı toplanarak müdahaleye gittiğinde pusuya yatan faşistler kitleye ateş açtı, yaralanan Haydar Öztürk hastanede faşist doktorun müdahale etmemesi sonucu hayatını kaybetti. Binlerce kişi cenazete almak için hastaneye geldi. Cenazeyi aldıktan sonra cenazenin götürüldüğü YAY-KUR binasına polis saldırdı, 16 yaşındaki Semiha Özakar yaralı haldeyken polis tarafından dipçikle öldürüldü. 200'den fazla kişi gözaltına alındı, binlerce devrimci gözaltıların olduğu binayı kuşattı, kitleye ateş açılmasına rağmen dağılmayan kitle gözaltındakileri kurtardı.  Takip eden günlerde çevre iller ve İzmir'den getirilen polisler Uşak ve civarındaki ilçeler ve köylere baskınlar yaparak çok sayıda kişiyi göazltına aldı. Uşak'ta faşistler 12 Eylül 1980'e kadar 39 devrimciyi öldürdüler.

11) Bu şartlarda erken seçim kararı alıdnı, faşist terör iyice geminden boşalmıştı. Erken seçim kararı alındığından önceki 3 ayda toplam 59 kişi öldürülmüşken, karardan sonraki 3 ayda toplam 133 kişi öldürüldü. (89'u solcu, 17'si sağcı). Sadece Nisan ayında 20 solcu hayatını kaybetmişti. CHP'nin seçim gezileri hemen her yerde saldırıya uğuruyor onlarca kişi yaralanıyordu. Öte yandan işçi direnişleri de militanlaşar yayılıyordu. İşçi direnişlerinde işveren işçileri işten çıkartıp, faşist militanları işe sokarak direnişleri kırmaya çalışıyordu. Aşkale, Yeni Çeltek maden işçilerinin direnişleri bütün bunlara rağmen kırılamadı. 1 Mayıs 1977'de (şimdi döneklerin ve her kanattan sağcının sola yıkmaya çalıştığı) büyük bir katliam yaşandı, yüzbinlerce göstericinin üzerine önce ateş edildi, sonra panzerler sürüldü. Sonuç 35 ölüydü. 1987'de MİT'ten sorumlu eski Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş bunun kontrgerilla katliamı olduğunu itiraf etti. 1. MC iktidarı döneminde 339 kişi politik olaylarda hayatını kaybetti, bunların 197'si devrimci, 59'u ise sağcıydı.


11 Mart 2013 Pazartesi

Türkiye'de Sosyalist Hareket ve Şiddet - 1

Türkiye'de zaman zaman alevlenen, genelde kendi kirli geçmişini temize çekmek isteyen bunun için de sol düşmanlarının zeminini kullananların ortaya attığı bir argüman var, sağ şiddet dolu geçmişiyle hesaplaşırken, sol bunu hiç yapmadı. Bunun için kullandıkları temel argüman, şiddetin sol tarafından ortaya çıkarıldığı ve tırmandırıldığı. Bu argüman kendinden menkul "sol" bir geçmişle yapılınca da liberalinden, faşistine, cemaatcisinden bir kısım kemalistine hemen herkes birlik olup "sol ve şiddet" nutuklarına başlıyorlar. Bunu yaparken açıkça kontrgerilla uygulaması olan 1 Mayıs katliamını dahi sola yıkıp, defalarca kez özeleştirisi verilmiş, önüne geçmek için halen aktif çözüm platformları olan soliçi şiddeti çok umurlayındaymış gibi ayıplıyorlar. En son kendisine devrimci diye nitelerken, işkencede aylarca çözülmeyen İbrahim Kaypakkaya'yı öldürmeyi teklif etmiş, kendisinin itirafları ise ansiklopedi boyutlarına ulaşmış birisi cemaatin gazetesine verdiği söyleşide bu söylemi yeniden tutturdu. En azından istatistiksel verilerle ve isimlerle sol şiddet denilen olgunun, en azından ülkemizde büyük ölçüde kendini savunmaya yönelik olduğunu gösterebiliriz sanırım. Bu istatistiklerin 12 Mart ve 12 Eylül dönemleriyle ilgili kısmını Devrimci Yol savunmasından alıyorum. Farklı internet sitelerinden ve yayınlardan yararlandım. Ondan dolayı mükerrer isimler/olaylar olabilir. Öldürülme şekillerinde de bazıları maalesef sol içi çatışmada, kazayla veya başka şekilde ölenler de mevcut büyük ihtimalle. Bunları ayıklayacak zamanım yok maalesef. Ayrıca Kürt örgütleri ve KÜrtlerin uğradığı katliamlar da büyük ölçüde eksik, hem yeterli kaynak azlığından, hem de bir yazıya sığacağından çok daha fazla insan öldürüldüğünden. Yazıda başka pekçok eksik ve maddi hata da olacak büyük ihtimalle, fakat vereceğim sınırlı istatistiklerin dahi, sağı/devleti masum gösterip bütün şiddeti sola yıkmaya çalışanların yalanlarını göstereceğini umut ediyorum.

1) Yeni Türkiye devleti daha kurulmadan Mustafa Suphi ve 15 arkadaşını öldürerek komünistlere, Koçgiri katliamı ile de Kürt ve Alevilere karşı tavrının nasıl olacağını göstermişti. Kürtlere yönelik özellikle Zilan Deresi ve (bu sefer Alevi kimliğinden dolayı daha da sert/kitlesel ve nitelikli olarak) Dersim katliamı başta olmak üzere Kürtlere yönelik baskılar, nicelik olarak çok daha az olan komünistlere ise sürekli tutuklama/işkence ile baskısını devam ettirdi. Neredeyse en ufak bir şiddet olayında bulunmayan komünsitlere 1944 ve 1951 tutuklamaları başta olmak üzere sürekli şiddet uygulandı. Hem tek parti diktatörlüğü döneminde hem de Demokrat Parti döneminde solculara yönelik çok ağır baskılar uygulandı. Elbette diğer azınlıklar da (Rumlar, Süryaniler, Yahudiler, Malakanlar vs) sürekli olarak ağır baskı altında tutuldular.

2) Sosyalist hareketin kitleselleşmesinin hemen ardından, devlet ve sağcılar şiddet olaylarına başladılar, pek çok eylem polisin ve sağcıların saldırısına maruz kaldı. Örneğin 68'de Konya'da Komünizmle Mücadele Derneği üyeleri sol gazetelere, öğretmenler derneğine ve TİP il merkezine saldırdılar, İzmir'de 6. Filoyu protesto eden devrimci öğrencilere sağcıların saldırısı sonrası 2'si ağır 13 kişi yaralandı. Bir süre sonra polis ve sağcıların saldırıları ile ölümler başladı. Bunları sıralı olarak verirsek;
- Temmuz 1968'de Vedat Demircioğlu polis tarafından öldürüldü.
- Şubat 1969'da Kanlı Pazar olarak bilinen olayda 6. Filoyu protesto eden devrimcilere "İslamcı" basının provokasyonları ile Komünizmle Mücadele Dernekleri tarafından örgütlenen saldırıda Turan Erdoğan ve Turgut Aytaç öldürüldüler.
- 20 Eylül 1969'da Mehmet Cantekin faşistler tarafından, 28 Eylül'de Taylan Özgür polis (veya asker) tarafından öldürüldü. Peşinden Mehmet Büyüksevinç ve Battan Mehetoğlu öldürüldü (ve hiçbirisinin katili bulunamadı).
- Nisan 1970'de Asteğmen Necdet Güçlü ülkücüler tarafından öldürüldü, sonrasında ise Hüseyin Aslantaş, Nail Karaçam, İlker Mansuroğlu, Şener Erdal ve Niyazi Tekin öldürüldü. 1970'in sonlarına kadar yaklaşık 20 devrimci öğrenci polis ve sağcılar tarafından öldürülürken, neredeyse hiç sağcı öldürülmemişti. 12 Mart geldiğinde 21 devrimciye karşılık 2 sağcı hayatını kaybediyordu.


3) Bütün bunlara rağmen 12 Mart darbesinden sonra sola yönelik çok büyük bir saldırı dalgası gerçekleşti. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan asılırken, MAhir Çayan ve 9 arkadaşı Kızıldere'de, İbrahim Kaypakkaya işkencede öldürüldü, Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan Nurhak dağlarında, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir, Koray Doğan, Niyazi Yıldızhan, İbrahim Öztaş öldürüldü. Böylece Yaklaşık 50 devrimci öldürülürken, yüzlercesi işkence gördü ve tutuklandı. Bunlara karşılık neredeyse hiçbir sağcı tutuklanmadı.

4) 1974 yılında sivil faşist hareket, 12 Mart döneminde büyük darbe almış, örgütsüz ve dağınık olan sosyalistlere saldırılara başladı, okulları, fabrikaları ve mahalleleri polisin gözetiminde faşistleştirme çalışmalarına başladılar. 1974'e kadar varolan suskunluk faşistlerin saldırılarıyla bozuldu. 1974 yılında İstanbul'daki en büyük öğrenci yurdu defalarca kez dışarıdan gelen faşistler tarafından basıldı, bu saldırılarda 24 öğrenci yaralandı, dışarıdan gelen hiçbir saldırgan yakalanmadı. Ankara'da ise 5 Temmuz 1974'de Ankara'da devrimci öğrencilere ateş açıldı. Bu arada cinayetler de başladı. 1974'de 4 devrimci ( İzmit'te Ümit Tok, Ankara'da Mehmet Filiz, İstanbul'da Şahin Aydın ve Adana'da Hüseyin Örek) faşistler tarafından öldürülürken, solcular tarafından tek bir sağcı öldürülmemiştir. 1975 Ocak ayında faşistler saldırılarını artırdılar, önce İTÜ'de başlayarak ülkenin dört bir yanına yayıldı.Çoğu saldırıdan sonra saldıran faşistlere bir müdahale olmazken solcular gözaltına alınıyordu (45 yılda hiçbir şey değişmemiş). 20 Ocak 1975'de Ankara'da Veli Yıldırım demir sopayla, 23 Ocak'ta ise İstanbul'da Kerim Yaman faşistler tarafından silahla öldürüldü. Şubat ayında önce Malatya'da sonra ise Elazığ'da faşizmi protesto mitinglerine polis desteğiyle faşistlerin saldırıları sonucu 47 kişi yaralandı. 15 Ocak'taki Türkiye'de 52 ilde TÖB-DER'in yapmış olduğu "Hayat pahalılığı ve faşizmi protesto" toplantılarına, Muş, Malatya, Tokat, Amasya, Maraş ve Adıyaman'da saldırılar sonucu 35 kişi yaralandı, 1 kişi ise hayatını kaybetti. Hızlarını alamayan faşist kitleler TÖB-DER, CHP binaları ve solculara ait dükkanları yaktılar. Amasya Taşova'da TÖB-DER toplantısına katılmış Banka Memuru Adnan Baykal faşistler tarafından linç eilerek öldürüldü. Tokat'ta sinema salonuna sığınan insanar faşistler tarafından yakılmaya çalışıldı. Türkiye çapında onlarca bina tahrip edilirken, onlarca kişi yaralandı. 20 Şubat'ta Erzincan'da solcuların mitingine faşitlerin ateş açması sonucunda bir çocuk kurşunlarla hayatını kaybetti. 1974 yılından MC hükümeti kuruluncaya kadar geçen sürede faşistler 10 devrimci be 1 çocuğu öldürüp yüzlercesini yaralarken, solcular tarafından öldürülmüş tek bir sağcı yoktur.

5) 1975 yılında MC'nin kurulması ile faşist terör daha da şiddetlenerek bütün ülkeye yayıldı. Onlarca miting ve toplantıya faşistlerin saldırları sonucunda yüzlerce yaralamanın yanısıra, Nisan ayında Ali Gönel İstanbul'da faşistler tarafından öldürüldü, Ankara'da Yükseliş'teki boykotu kırmak için faşistlerin açtığı ateş sonucu yoldan geçen Burcu Öztürk isimli çocuk öldü. Mayıs ayında Sivas'da Hüseyin Esen isimli devrimci öğretmen öldürüldü. Haziran ayında Sakarya'da Hikmet Demir, Şavşat'da Hasan Şimşek öldürüldü. Temmuz ayında Bursa'da Ahmet Kırbulak faşistler tarafından öldürüldü.Iğdır'dan, Gerede'ye kadar ülkenin hemen her yanında çeşitli zamanlarda solculara ait dükkanların, TÖB-DER binalarının ve CHP merkezlerinin yakıldığı, saldırıya uğradığı, dinamitlendiği, bombalandığı saldırılar oldu. Ağustos ayında Kırşehir'de Ahmet Deveci öldürüldü. Eylül ayında Bursa'da Ali Genç isimli TÖB-DER üyesi öğretmen öldüüldü, Kırıkkale'de Vehbi Yılmaz, Muğla'da ise İbrahim Kocakıran isimli iki CHP'li işçi faşistler tarafından öldürüldü, Ankara'da ise Ayhan alkan isimli CHP'li işçi polis tarafından mitimg sonrasında silahla öldürüldü. İzmir'den Niğde'de, İstanbul'da vs çıkan çatışmalarda yüzlerce kişi yaralandı. Kasım ayında Niğde'de CHP'li İsmet Yücek öldürüldü. Bu sırada ilk kez ülkücü bir öğrenci 4 Kasım 1975'de Ankara Gazi Üniversitesinde çıkan çatışmada öldürüldü. 1974 başından bu tarihe kadar olan olaylarda 22 solcu öldürülürken, solcular tarafından öldürülen kişi sayısı 1'dir. Kasım ayında Ege Üniversitesi servis otobüsü faşistler tarafından tarandı, 5 Kasım'da İTÜ'ye saldıran faşistlere silahla karşılık verilmesi sonucunda ülkücü bir öğrenci hayatını kaybetti. 17 Kasım'da Erzurum'da Münir Çetinkaya isimli devrimci öğrenci faşistler tarafından vurularak öldürüldü. 1 Aralık'ta Cezmi Yılmaz ve Halit Pelitözü faşistler tarafından vurularak öldürülürken, Malatya'da Kazım Göktaş isimli devrimci lise öğrencisi 3. kattan atılarak öldürüldü. Ankara'da Devrimci Kenan Dayıoğlu öldürüldü. Seydişehir Alüminyum tesislerinde işçilere saldırı sonrası çıkan çatışmada bir faşist öldürüldü. 1974 yılından 1975 yılına kadar çıkan olaylarda, gazetelere göre çıkan olaylarda 58 kişi ölürken, bunların 28'i solcu, 6'sı ise sağcıydı, solculardan 25'i faşistler tarafından öldürülürken hiçbirisinin katili bulunmamıştı. 6 sağcının 4'ü ise yapılan saldırılara silahla karşılık vermesi sonucu meydana gelmişti ( 1'i Diyarbakır'da polisin açtığı ateş sonucu, diğeri ise başka bir ülkücü tarafından öldürülmüştü).

Görüldüğü üzere Türkiye'de solun şiddete başvurması hem 12 Mart hem de 12 Eylül öncesinde savunma amaçlı olarak başlamıştı.

Devam edecek















.

27 Eylül 2012 Perşembe

Katliam tarihinden bir sayfa “Çorum Katliamı”


Bu topraklar hakkında en sık söylenenlerden birisi hiç tartışmasız “Anadolu insanının hoşgörüsü” yalanı sanırım. Sadece Temmuz’un ilk haftası bile bu yalanı çürütmeye kanıt başlı başına, 1934 Trakya Yahudi Pogromu, 1980 Çorum katliamı ve 1993 Sivas katliamı tüm çıplaklığıyla, egemen unsur Sünni Türklerin büyük kısmının kendilerinden olmayana karşı nefretini gösteriyor. Çorum katliamının ülkedeki diğer katliamlar farklı olduğu bir noktası var, direnişlerin en genişinin ve başarılısının gösterilmesi.
Katliam hazırlıkları Mayıs 1980’de başladı, 27 Mayıs 1980’de MHP’li bakan Gün Sazak’ın öldürülmesinden sonra Çorum’da faşistler saldırmaya kalkışmış, fakat 78’deki Malatya ve Sivas katliam girişimleri ve hepsinden önemlisi Maraş katliamının tecrübesiyle, halk barikatlar kurmuş ve girişimi püskürtmüştür. Bu kadar kolay püskürtülmesinde bölgede görev yapan generalin tarafsız davranması da etkili oldu. Bu girişimden sonra general daha sonra görevden alındı, tıpkı Pol-Der üyesi bütün polislerin toplu şekilde Kayseri’ye sürülmesi yerine faşist polislerin doldurulması gibi. O tarihten sonra faşistlerin sürekli provokasyonları ortamı durmaksızın gerdi.
İkinci büyük saldırı dalgası 1 Temmuz’da başladı, o gün  CHP’li ve solcu 4 kişi öldürüldü, ertesi sabah sokağa çıkma yasağı ilan edildi, faşistler 3 kişi daha öldürdü, Alevilere ait işyerleri yakıldı ve yağmalandı. Sadece Çorum merkezde değil Alaca ve Mecitözü ilçelerinde de saldırlar oldu, Mecitözü’nde 1 kişi öldürülürken Alaca’da 50’den fazla işyeri yakıldı ve 8 kişi yaralandı. Esas büyük katliam ise ertesi gün yaşandı. Cuma namazı sonrası hemen hemen bütün camilerde, Kızılbaşlar-Komünistler Alaaddin Camisini yaktılar konuşmaları yapıldı, camilerden akın akın çıkan kişiler Milönü mahallesine yöneldi, caminin yakılmadığını görenlerin bir kısmı geri dönerken, binlerce kişi başlarında polisler ve ağır silahlarla silahlanmış faşist militanların öncülüğünde önce Sigortaevleri ve Terlemezevler mahallelerinde Alevilere ait dükkanları yaktıktan sonra Milönü mahallesine yöneldiler. Çok şiddetli çatışmalardan sonra bu kitle püskürtüldü. Gün boyu çatışmalar devam etti, faşistlerin geriletildiği yerlerde polisler devreye girdi, panzerlerden barikat arkasındaki insanlara ateş açıldı. Yanlışlıkla gözaltına alınan faşistleri Vali devreye girerek çıkartırken, direniştekilerden gözaltına alınanlar işkenceyle öldürülüyordu. Bu kuşatma sırasında Alevi mahallelerinin suları ve elektirikleri de kesilmişti. Barikatlar arkasındaki halk halk komiteleriyle yemek dağıtımlarını kendileri yaptılar.
Bu büyük direnişten dolayı Maraş kadar büyük ölçekli bir katliam olmadı, fakat takip eden günlerde kentin Sünni mahallerinde işkenceyle öldürülmüş cesetler bulunmaya devam etti. Öldürülenlerin büyük kısmı, şehirdeki olaylardan haberi olmadan köylerinden gelenler ve Sünni mahallerinde tek yakalanan Alevilerdi.
Mahkeme tutanaklarından;
“Hamza Kökmen, Çorum’un Sarılık mahallesine dayıoğlu Elvan Çağlar’ın şehir içi göçüne yardımcı olmak için gelir. 15-20 kişi tarafından karşı mezhepten diye yakalanır. Bir inşaata götürülmek için çağrılan taksinin gelmesini beklerken kaçmaya çalışır, yakalanır, olay yerine (Çorum İbrahim Çayırı mevkiine) taksiyle götürülür, bir ağaca bağlanır, yüzü gözü bıçakla kesilir, deşilir, kurşunlanır. Bir ara öldü sanılarak bırakıldığı yerden, gözleri akmış biçimde sürünerek kaçmaya çalışırken yakalanır, 4 saat işkence sonucu öldürülür. Muhtarın da kararıyla gömülür. Cesedin gömüldüğü yerin kazılmasıyla 2 yıl sonra pantalonu, ayakkabısı vs. bulunarak, yakınları tarafından teşhis edilir. Sanıklardan birinin olaydan sonra kan tuttuğu için, ‘ben adam kestim diye sokaklarda bağırıp çağırdığı görülür..”

“(…) 4 Temmuz cuma günü faşistler bazı Alevi yurttaşları rehin almaya başladılar. Alevi Kartal ailesi o gün kapılarını sıkı sıkıya kapattı, korku içinde dışardan gelen sesleri dinledi. Birden onların da kapısı çalındı. Bazı kimseler ‘dışarı çıkın, öldüreceğiz sizi’ diye bağırdılar. Satılmış Kartal kapıyı kırılmak üzereyken açtı. Kapıdan elleri sopalı bir grup içeri dalmıştı. Satılmış Kartal o kargaşada kendini dışarı atmıştı ve bitişik apartmanda gizlenmeyi başarmıştı: Ama karısı, Gökçen Kartal evde kalmıştı. Kadının bağırmaları duyuluyordu. Gökçen Kartal sürüklenerek dışarı çıkarıldı. Orta yaşlı kadın önce yakınlardaki başka bir eve götürüldü. Aynı mahallede oturan Emine Üreyen, saldırganların bir ara Gökçen Kartal’ın kilotunu çıkartarak değneğe takıp salladıklarını, sonra urganla el ve ayaklarını bağlayarak götürdüklerini gördü.
Gökçen Kartal”ın ardından Emine Üreyen’in de kocasını rehin aldılar. Dehşetin kol gezdiği Çepni mahallesinde Süleyman Üreyen, silahlı ve sopalı insan avcılarının ikinci avı olmuştu.
Aynı saatlerde Ahmet Doğan bu cehennemden kurtulabilmek için göç hazırlığına başlamıştı. Bir kamyon tutmuş, eşyasını alelacele yüklemiş, çoluk çocuğunu da bindirmişti. Kendisi de tam kamyonun üzerine çıkacağı sırada, yani kurtuluşun eşiğinde iken ‘avcılar’ geldiler. Ahmet Doğan’ı ve arkadaşı Veli Solmaz’ı zorla kamyondan indirdiler, her ikisi de ‘kurtarın öldürüyorlar’ diye bağırdı. Ahmet Doğan ve Veli Solmaz ile birlikte rehin alınanların sayısı 4 olmuştu.
Mustafa Bağcı, Şükrü Yalçın, Hayri Büyücü, Mehmet Yılmaz da o saatlerde rehin düştüler.Rehin alınan 8 kişi kolları ayakları bağlı biçimde bir inşaatın bodrum katına götürüldüler. Hava kararmak üzereydi.
Aynı saatlerde, Çorum’da büyük olaylar çıktığını duyan Karapürçek ve Hacıpaşa köylerinden bir grup, traktörleriyle kente geldiler. Kent girişinde durduruldular ve yüzleri maskeli kişilerce kimlik kontrolünden geçtiler. Kontrolü yapanlar, ‘bunlar Sünni, bizden’ dediler. Köylüler o akşam daha kente bile girmeden kendilerini katliamın içinde bulacaklardı.
Mahallenin oba başkanı Eyüp Gül, ÜYD Çorum Başkanı Seydi Esenyel’i evinin önünde karşıladı: ‘Başkan’ dedi, ‘Alevilere ait 30′u aşkın ev ve işyeri tahrip ettirdim. Bir yandan da devam ediyoruz ve 8 tane rehinemiz var’(…)
ÜYD Başkanı olaylara ‘tanık’ olmaları için köylülerin orada kalmasını istemişti. Ancak köylülerin sağlama alınması için, ‘suça da iştirak ettirilmesi’ gerektiğini düşündü. Oba Başkanı’na bu doğrultuda talimat verdi.(…) Maskeli faşistler, köylüler ve rehinelerden oluşan topluluğa Esenyel son bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: ‘yapılan her hareket, Türk milletinin bölünmezliği ve parçalanmaması içindir. Köylülerle birlikte gideceksiniz bu işi bitireceksiniz. Öldüreceksiniz.’
Rehineler Çorum’un dışında biı-iki kilometre uzakta Hıdırlık mevkiine bir tarlaya götürüldüler.(…) Köylülerin başında 20 kadar maskeli kaldı. Diğer maskelilerden 10-15 kadarı rehineleri köylülerden 200 m. uzaklığa, ekinlerin içine götürdüler. Oradan silah sesleri geldi. Rehineler öldürülmüştü.(…)
Ölüm mangası Çorum’a geri döndüğünde ÜYD Başkanı kendilerine, ‘Türk Milliyetçiliği adına yapılan eylemler için minnettar olduğunu söyledi!”
Çorum Olayları sırasında bölgeden sorumlu 15. Piyade Tugayı Komutanı olan emekli Tuğgeneral Şahabettin Esengün, Nokta dergisinin 8 Haziran 1986 tarihli sayısında kendisine yöneltilen soruları cevapladı:
Nokta: … neydi Çorum Olayları?
ESENGÜN: Çorum Olayları bir mezhep kavgası değildi. Böyle bir imaj verilmeye çalışılmıştı. Mezhep ayrılığı, aşırı sağ ve aşırı solun çatışması için bir provokasyon olarak kullanılmıştır. (…) Münferit olaylar 1980 yılı içerisinde Amasya’da, Çorum da, Tokat’ta oluyor, zaman zaman ilgili valilerin talebi ile olayları önlemek için kanun gereği askeri birlikleri sevk ediyorduk. Ancak Gün Sazak’ın ölümünden sonra olayı protesto eder nitelikte Çorum il merkezinde ve özellikle alış veriş merkezinde çok yaygın dükkan tahrip etme, yangın çıkartma olaylarının başladığını bana intikal ettirdiler. Hemen Çorum’a gittim. Gördüğüm manzara dehşet vericiydi. Tamamen Alevilere ait olduğunu öğrendiğim bir kısım dükkan yakılmış, yıkılmış, tahrip olmuştu. Çoğunluk Alevilerin bulunduğu Milönü kesimine girmenin imkanı yoktu. Tamamen barikatlarla çevrilmiş ve adeta şehir bu görünümü ile ikiye ayrılmıştı. Şaşkınlığımı gizleyemedim ve zamanın Valisine ‘bir şehir bir gecede bu hale nasıl gelebilir?’ diye sordum. Daha sonra bana bağlı bir kısım birlikleri üst komutanlıktan aldığım emirle Çorum’a sevk ettim.
Nokta: İlk olayların başlangıcında bazı kamu görevlilerinin taraf tutması ya da olaylara müdahale etmemesi söz konusu mu?
ESENGÜN: Valiye ‘bir şehir nasıl böyle parçalanır’ dediğimi aktarmıştım size. Onun altında çok şeyler yatıyor. ‘Emniyet kuvvetleri neredeydi?’ diye sordum. ‘Bu dükkanlar polis kuvvetlerinin görev yaptığı bir yerde güpegündüz nasıl tahrip edilir ve önlenemez ve bir şehir iki kesime nasıl ayrılır, Doğu ve Batı Berlin gibi?’(…)
Nokta: Bildiğim kadarıyla 2 MHP milletvekili sizi bu olaylar sırasında ziyaret ediyor. Bu milletvekillerinin uyarılarındaki amaç neydi?
ESENGÜN : İsimlerini dahi hatırlamak istemiyorum. Bu milletvekilleri devamlı surette yaranın kabuklaşması değil, kanamasını isteyen tiplerdi. İşleri güçleri, Ankara’da belirli odakları tahrik etmek ve almış olduğu yetkilerle Çorum’a gelip, karmakarışık etmekti. Bu iki milletvekili olayların tarafımdan bastırılmasını memnuniyetle karşılamadı. Yani ne istiyorlardı? Bir taraf korunsun, diğer taraf öldürülsün. Yani katalizör rol oynamayacaksınız, güvenlik tedbirlerini tam olarak almayacaksınız, bir kesim ki ona Sünni kesim diyebilirsiniz, Alevileri esasen sıkışmış bir bölgede çevirmiş, onların üstüne saldırıp imha etmek istiyorlardı.
Nokta: Bu iki milletvekilinin size açıktan bir tehditleri söz konusu oldu mu?
ESENGÜN: Bir asker kişi olarak, bir generale tehditleri zaten sökmezdi de, ama ‘senin cezanı biz veririz’ gibi bir davranış içindeydiler. Özellikle biri fevkalade küstah bir tavır içindeydi. Bunun karşısında benden gerekli uyarıyı aldılar. Zamanın Valisi Yüksel Çavuşoğlu’nun makamında, son olaylar sırasında kendilerine Çorum’da bulunmamalarının daha hayırlı olacağını, güvenlik kuvvetlerinin ve güvenlikten sorumlu bana bağlı birliklerin burada vazifeli olduğunu ve asker oldukça onların beklediği manzaranın ortaya çıkmayacağını kendilerine söyledim.
Nokta: İkinci olaylar nasıl başladı. İkinci olaylar öncesi ne gibi olaylar cereyan etti?
ESENGÜN: Saat 13 civarında öğlen namazı vakti Jandarma Alay komutanlığından ayrılıp, tabur merkezine gideceğim sırada adeta bir merkezden sinyal almışcasına bir-bir buçuk saat içerisinde sağ kesim sokaklarında hayret verici bir biçimde barikatlar oluşturulmuştu. Şehrin muhtelif kritik ve kilit noktalarına yerleştirdiğim birlik komutanlarından devamlı telsiz raporları alıyordum. Sağ kesimin böyle çok ani barikatlarla donatıldığını, sol kesimde durumun nasıl olduğunu sorduğumda onlarda da aynı yoğunlukta barikatlar kurulduğunu öğrendim.
Nokta: Siz jandarma alayından çıkışınızda herhangi bir müdahale ile karşılaştınız mı?
ESENGÜN: Muazzam bir direniş vardı. Beni örtülü olarak enterne etmeye çalışıyorlardı. Jandarma Alay komutanlığı dahil her tarafı barikatlarla donatmalarının amacı buydu. Ve bunların bir merkezden sevk ve idare edildiğinden kesinlikle kuşkum yoktu. Sivil toplum bu ölçüde bilinçli olamaz. Alaaddin Camii’ni bombalama haberi bu sırada meydana geldi. ‘Alaaddin Camii’nin de yakıldığını söylüyorlar, kuvvetler nerede? Var mı böyle bir durum?’ dediğimde, orada görevli subayın, ‘kesinlikle böyle bir durum yoktur, cami güvenlik altındadır. Çünkü o civarda güvenlik önlemleri var. Ancak biliyorsunuz yer yer yangın çıkartıyorlar, cadde üzerinde barikatlar, alevler var. Demek ki camiyi yakıyorlar imajı vermek için- bu yangınlar çıkartılmış’ dedi. Askeri birlikler, çıkarılan bu sahte haberi alınan önlemlerle bir balon gibi söndürdüler. Ancak ne yazık ki, bu mizansene asker dışında bazı kamu görevlileri de inanarak Ankara’ya caminin gerçekten yakıldığını rapor ettiler (…) Maalesef her iki olayda da kesin olarak hatırlamamakla birlikte 50 civarında masum insan, kalleşçe kaçırılarak öldürüldü. Bunları önlemenin imkanı olmadı.
Nokta : Emniyet kuvvetlerinin tutumunu nasıl tanımlayabilirsiniz?
ESENGÜN: Şu anda emniyet kuvvetlerinden memnun olduğumu söyleyemem. Tabii, o olaylar bu görevlilerin gerçek tutumunu daha ziyade ortaya çıkardı. Öyle hadiseler oldu ki, polis teşkilatı görev duygusu içinde davranmış olsaydı, böyle bir sonuç ortaya çıkmış olmazdı.
Nokta: Olaylardan çıkar uman bazı mihraklardan bahsettiniz. Bu mihraklardan kastınız MHP -örgütlenmesi miydi? Yoksa başka bir örgütlenme mi?
ESENGÜN: Ben bu konudaki değerlendirmemi o zaman yaptım. İlgili makamlara ilettim. Daha doğrusu bağlı olduğum makamlara çok açık bir dille rapor ettim. Ancak bunlar tabii askeri rapor olduğu için, bir on yıl geçmeden açıklanamaz. Neden Çorum’da böylesine kanlı olaylar sahnelendi. Niyetleri neydi? Bu niyetlerini şu anda tam olarak teşhis etmiş değilim. Ne amaç güttüler, neden bu kadar insanı öldürdüler, öldürttüler? Niçin evler; işyerleri yakıldı yıkıldı? Amaçları neydi? Ülke çapında bir iç ayaklanmanın provası mıydı. Yoksa bir askeri darbeyi, askeri ihtilali zorunlu kılacak bir şey mi yaratmak istediler? Bir talan mı yaratmak istediler? Bunu çıkaramıyorum. Ama amaç ne olursa olsun, bu olayları yaratanları ve olaylarda maalesef maşa olarak kullanılanları lanetliyorum.”

Katliam sırasında dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e katliam sorulduğunda verdiği yanıt “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın” oluyordu. Devrimcilerin çıkardığı sonuç ise öz savunma güçleri ile, direniş komiteleriyle direnmenin tek yöntem olduğuydu.
Katliamdan 30 yıl sonra, referandum öncesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Çorum mitinginde, Osmanlı dönemi şeyhülislamlarından Ebu Suud’dan övgüyle bahsederken alanda bulunan onbinlerce kişi çılgınca alkışladırlar, Ebu Suud “Alevi kadınları size helaldir, Alevi çocukları piçtir” fetvasını veren din adamı olarak bilinir. 12 Eylül mahkemesi adındaki tiyatroda ise Çorum katliamı planlayıcıları “mağdur” olarak bulunmakta. Ve halen bizden bu referanduma evet veren herkesin demokrat olduğuna inanmamızı ve mahkemede gerçekten 12 Eylül’ün yargılandığına inanmamızı isteyorlar.

Not: Devrimci Yol savunmasından yararlanılmıştır.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

10 KONGRE METİN 6 AĞUSTOS 2011 DÜNYA DURUMU ÜZERİNE TEZLER (BÖLÜM 6)


VI – Kitle hareketinin yeniden örgütlenmesi ve önemli fırsatların yeşermesi

75. Yeniden örgütlenmenin görünümü dördüncü evrenin devrimci karakterinin arka planında iki çelişkili unsurun birbiriyle mücadelesiyle belirleniyor. Bir yanda işçi devletlerinde kapitalizmin restorasyonunun sonuçları diğer yanda stalinizmin çöküşü ve yeniden örgütlenme için yeni süreçlere bıraktığı geniş bir alan. Fakat bu olumlu ve olumsuz iki süreç önemli sınırlılıklar içerse de, olumlu değişiklerin yaşandığı güncel devrimci durum ve ezilen kitlelerin bilincinde olumlu değişiklikler için statik olarak kabul edilmemelidir.
76. Ekonomik kriz ve özelikle en sömürülen kesimlere göçmenlere, gençliğe, kadınlara, Afro-Amerikalılara işçi sınıfına yaşattığı ağır sonuçları kapitalizmin en kusursuz sistem, insanlığa en iyi yaşam koşullarını sunan sistem olduğuna yönelik emperyalizmin ideolojik saldırısıyla çelişiyor. Bu emperyalist kampanya 90’lı yıllarda yaşanan restorasyonun neden olduğu ekonomik büyüme dönemine dayanıyor. İşte bu nedenle bu kriz kitlelerin bilincine sert çarptı, kriz milyonlarca işçi için; yoksulluk ve yıkım getiren vahşi kapitalist sistemin gerçek çelişkilerini ortaya koyuyor. Diğer yandan Arap devrimleri bir kez daha devrimi gündeme taşıdı ve devrimin geçmişte kalan ve yaşanması olanaksız bir şey olduğu yönündeki söylemlere son vererek kitlelerin gücüyle iktidarın el değiştirebileceğini görünür kıldı. Bu kriz dönemi kapitalizme tek alternatif sosyalizm için yolları açtı. Şimdiye kadar işçiler arasındaki reformist ve bürokratik liderliklerin arabuluculuğuna rağmen kapitalizme olan güvensizlik, politik partilere güvensizlik, devrimci önderliğin krizi, işçi devletlerinin yokluğu ve sosyalizm için hiç bir referans noktası olmamasına rağmen sosyalizm gerçek alternatiftir.
77. Tanık olduğumuz tarihsel olaylar sendikal ve politik görünümde derin değişikliklere neden oluyor. Farklı eğilimlerin pozisyonları sınıf mücadelesinin içine girdiği büyük süreçlerde test ediliyor ve bu kitlelerin deneyimlerinde liderlerine güven yada yeni saflaşmalara olanak veriyor.
78. Yeniden örgütlenme için en büyük adımlar sendikalar sürecinde atılıyor. Hükümetlerin ve işverenlerin saldırılarına karşı çeşitli bürokrasilerin ikiyüzlülüğü kitlelerde ve özelde öncü kesimlerde bu liderlerin politikalarını teste tabi tutuyor ve bu bürokratların karakterlerini ve kendi mücadele isteklerinin ifade edilmesini kolaylaştırıyor. Ama ortaya çıkan öncüde sınıfın bağımsızlığı fikri pek doyurucu olmuyor. Sıklıkla mücadeleci sınıf alternatifinin yokluğunda bürokratik liderlerin tecrübesi yeni örgütlerin gelişmesini ortaya çıkmasını sağlamıyor ve güçlerin kendileri için uygun örgütlenmeleri yaratması için alan açıyor. İspanya’da sembolik bir durum yaşadık: CCOO ve UGT konfederasyonlarının ihaneti. İmzalan sosyal diyalog anlaşmasına karşı CCOO’da örgütlenmiş garson ve satış görevlileri işçilerinin örgütlü olduğu sendikal yapı hemen bu sürece itiraz etti ve  “bizim adımıza değil” diye kampanya yürüterek yeni bir örgütlenme deneyimi başlattı. Fakat ABD’de ise General Motors süreci tam aksi gelişti. Büyük bir ihanete uğramalarına rağmen işçilerce hiçbir örgütlü alternatif mücadele yaratılması sürecine girilmedi. 
79. Yeniden örgütlenme biçimleri politik arenada da yaşanıyor. Öncünün büyük burjuva ve reformist partilerden edindiği deneyim yeni devrimci örgütlerin ortaya çıkması için diyalog zemini açıyor. İlk süreç olumsuz bir süreçten olumlu bir yönelime geçerek oldu. Yani mevcut örgütlenmelerden uzaklaşmalar gerçekleşti. Bu önemli militanın yeni referans noktaları aramasına yol açtı ve bizim inşamız için önemli bir mihenk taşıyor.
80. Arap devrimi ile burjuva eğilimlerden biri olan; bölgede emperyalizmle çatışmasından dolayı Orta Doğuda ağırlık kazanan burjuva milliyetçi eğilimler teste tabi tutuldu. Devrimin başında Hamas, Hizbullah, Müslüman Kardeşler gibi islimi liderlikler doğrudan ve dolaylı olarak kendi ve komşu ülkelerin diktatörlerini savunup dayanışma gösterilerini bastırdılar. Bu durum Mısır ve Filistin gençliğinin bu liderliklerden kopuşunu ya da en azından onlara karşı bir güvensizliği başlattı.
81. Geçen yüzyılın ilk başlarından beri emperyalizme karşı mücadelede Latin Amerika’da referans olarak kabul edilen ve 21. yy. sosyalizmi uygulayan Bir diğer burjuva eğilim Castro- Chavizm bazı erozyon işaretleri göstermeye başladı. Arap devrimi ile diktatörlükleri yıkmak için sokağa çıkan ulusa karşı kana susamış diktatörlükleri destekleyerek gerçek doğalarına geri döndüler. Bu yaklaşımları Arap halkının nazarında ve dünyanın geri kalanında bu eğilime olan güveni aşındırıyor ve bu yaklaşıma karşı mesafe konulmasına yol açıyor. Chavez’in Kolombiya devlet başkanı Santos ile yakınlaşmasından ve bu yakınlaşma ile emperyalizmin politikalarına artan teslimiyetten daha başka ne olabilir ki. Bu teslimiyet son zamanda daha açığa çıktı; FARC üyelerinin teslimi ve Honduras’ta Pofrio Lobo ile vardığı uzlaşma. Tüm bu uygulamaları Chavez’in takipçileri arasında krize neden oluyor. Benzer şekilde Castro kardeşlerin Kübalı işçilere acımasız saldırıları, Küba’da anti castroist muhalefeti ortaya çıkarıyor ve kitleselleşiyor.(milyonlarca işçinin işten çıkarılması)
82. Büyük reformist hareketlerin uzun süreli gelişimi ve ağırlık kazanması doğrudan burjuvazinin bazı reformları gerçekleştirmek için sahip olduğu ekonomik gelişme dönemlerin varlığıyla ilgilidir. İçinden geçmekte olduğumuz bu ekonomik kriz bu reformların gerçekleştirilmesine alan tanımıyor ve reformist eğilimlerin büyümesi için gerekli uzun ömürlü tavizler söz konusu değildir. Aksi geçerlidir. İşçi sınıfı ve burjuvazi arasında bir sosyal savaş cereyan ediyor. Bu reformist eğilimlerin güçleri, reformizmin karakteristik sınıflar arası uzlaşmacı tutumuna biraz saflarında yer vererek hükümetlerin karşısında yada yanında net ve keskin pozisyonlar alıyorlar. Ekonomik krizlerde, reformist eğilimler cephesinde tarihsel kriz varlığını sürdürür ve komünist partilerin ve sosyal demokrat partilerin yaşadığı tarihsel krizin şiddetlenmesinin nedeni bundandır. İtalya’da komünist yeniden kuruluş ve İspanyada Birleşik Sol. Hatta güçleri değişik ülkelerde farklılık gösteren 2000 yılların başında büyük etki uyandıran ve alternatif kabul edilen Anti- Kapitalist partiler şimdi giderek kendi gerçek doğalarına bürünüyor:  Hükümetlerin ve rejimlerin doğrudan ve dolaysız olarak sürmesine yardımcı olan seçimsel reformist eğilimler olarak.
83. Arap dünyasıyla beraber İspanyada seferber olan gençlik yeniden örgütlenme sürecinin en ileri adımını oluşturuyor. Gençlik dünya ekonomik krizinin sonuçlarından ve hükümetlerin iyi bir gelecek sunmanın aksine tarihsel ve temel haklarını tırpanlamayı önerdiği önlem paketlerinden en çok etkilenen kesimdir. Yaşanan mücadelelerde gençliğin ağırlığı dördüncü evrenin çelişkilerini vurguluyor. Gençliğin kendiliğindenciliği ve patlaması daha sıklıkla geç kuşaklarda tanık olduğumuz radikalizmin ifadesidir. Özellikle şimdi stalinizm krizde ve gençlik için bir referans noktası olamıyor. Bu nedenle gençliğin liderlik ettiği gösteriler partilerin ve diğer geleneksel yapıların dışında kendiliğinden yaşanıyor. Diğer bir yandan tüm barışçıl çözüm beklentileri ve iktidarın işçi sınıfı tarafından alınmasına yönelik stratejinin eksikliği de kapitalizmin restorasyonundan beslenen olumsuz yanların ifadesidir. Bu duruma bir katkıda “şimdi gerçek demokrasi zamanı” türünden reformist karakterli bulanık örgütlenmelerin açtığı kanallardır.
84. İşçi sınıfı ve gençlik için fiziksel ve görünür bir örgütlenme biçimi olmasa da bugün internet örgütlenmede önemli bir araçtır ve geleneksel örgütlenmelerin dışında insanlara çağrı yapmada, örgütlenerek bir araya getirmede artan bir öneme sahip. Böylece internet Arap dünyasında kanıtlandığı gibi sınıf tarafından kullanılmalıdır-kullanılabilir. Her ne kadar Çin ya da Mısır gibi bazı rejimler kontrol etmeye ve baskı altına almaya çabalamasına rağmen internet burjuvazi tarafından kontrol edilmesi daha zor ve bilginin görece olarak özgür aktarılmasında ayrıcalıklı bir araçtır. Bu bakış açısından devrimciler bu aracın tüm avantajlarından yararlanmalıdır.
85. Kitlelerin ve öncünün eylemi bilinçlerinden daha ileride çünkü geleneksel eğilimler ciddi kriz yaşıyorlar ve bilinci olumlu manada yukarı çekmede yardımcı olacak, bir alternatif sunacak devrimci liderlik yoktur. Eylemler birden alevlense ve patlayıcı olsa da işçilerin bilinci ve örgütlenmeleri geriden geliyor. Sosyalist strateji için bir referansın eksikliği mücadelede ortaya çıkan yeni öncünün kolayca pasifist ve burjuva demokratik çözüme ikna ediyor. Bu durumun en güzel örneği Arap devrimidir. Ortaya çıkan öncü; Mübarek, Ben Ali ve diğer rejimlere karşı çok radikal ve kahramanca mücadele yürütme yeteneğine sahipken kendi ordularına, burjuva demokrasisine, emperyalizme, Gandi, pasifim ve sivil topluma bakışta ilizyon yaşıyorlar. Bu iktidarın ele geçirilmesi ve sosyalizmin gerçekleştirilemeyen bir ütopya olduğu kanısını üreten aslında nesnel bir unsur olan kapitalizmin restorasyonunun doğrudan etkisidir.
86. Günümüzde yeniden örgütlenme yada yaşanan süreçler eski geleneksel burjuva partiler yada reformist partilerde bir alternatif göremeyen binlerce ve binlerce eylemciyi aydınlatıyor ve bu nedenle bu kitleler kendiliğinden örgütlenerek bu partileri onaylamadıklarını ifade ediyorlar. Gençlik bu fikri en iyi ifade ediyor. Bu nedenle yeniden örgütlenme solun kimi kesimlerinde olumsuzluk olarak görülüyor( geleneksel sendika merkezlerinden kopuş ve reddetme, burjuva partilerden kopuş ve reformist alternatiflerden ilerici beklentilerin karşılanmaması) bu eksiklikten kaynaklı ortaya çıkan yeni politik örgütler ve sendikalar daha olumlu bir arayış olacaktır.
87. Bu yeniden örgütlenme sürecinden dolayı, bu örgütlenmenin sonuçları ve sınıfın mutlaka vermesi gereken mücadelede devrimci partilerin varlığı ve ilerlemesi için giderek daha belirleyicidir. Bir başka deyişle, devrimci liderliğin öznelliği giderek gerçekliğin nesnel unsuru halini alıyor. Paraguay ve Brezilyada diğer ülkelerin aksine sendikal örgütlenmelerde bir gelişme yaşanıyor çünkü bu ülkelerde bir devrimci kutup vardı ve bu geleneksel sendikalara karşı koyan bir alternatifin inşasını mümkün kıldı. CT- Paraguay ve CSP- Conlutas Brezilya. Aynı durumun benzeri İspanyada  “Co.bas” küçük bir sendikal alternatif olarak hükümete ve patronlara karşı verdikleri mücadelede geleneksel sendikalardan umduklarını bulamayan değişik sendikalara referans noktası oluyor. Co.bas aynı zamanda alternatif farklı sendika kutuplarını koordine etmek, sendikalarda milliyetçi ve sektörel bölünmeye karşı savaş, sınıfın kendi bağımsız liderliği için mücadele yürütmesi için ülke genelinde büyük bir buluşma için çaba gösterdi ve içerisine devrimci bir kutbun varlığından dolayı bu İspanyada  mümkün oldu.
88. Bu nedenle bu küçük devrimci kutuplar gerek politik gerek sendikal düzlemde yeniden örgütlenme sürecinin nesnel gelişmesi için artan öneme sahip. Önemlidirler çünkü genelleştirilmiş bir pencereden bakarsak bu sendika liderlikleri hükümetler ve patronlarla iş birliği içerisinde olacaklar yada patronların aşırı baskısına ve tehditlerine maruz kalacaklardır ve direnme ihtiyacı, savaşmak isteyenlerin demoralizasyonu ve izolasyonunca yenilecektir. Devrimci partinin ve mücadeleci sendika kutuplarının varlığı ve yokluğu sınıfın bağımsızlığı politikası, işçi demokrasisi, mücadelede sınıfın birliği ve bürokrasilere ve patronların politikalarına karşı mücadeleye adanmak ile şekillenir ve bu her zamankinden daha belirleyici olacaktır.
89. Zamanında solun bir çok kesimini etkileyen oportünist dalga şimdi daha keskin ifade ediliyor: kendilerini devrimci ilan eden büyük eğilimlerin politik ve ahlaki dejenerasyonu. Devrimci olmak giderek istisnai bir durum ve sadece küçük devimci partiler patronların, hükümetlerin ve rejimlere karşı sahip oldukları kararlı politikalarla donatılmıştır ve bu partiler öncünün bir kısmı için referans oluyor.
90. Bu açıdan düşünüldüğünde hareket şimdi tarihsel bir sürece giriyor ve bir süre için biz birkaç ülkede somut öncü partileri inşa etmek için adım attık. Bu bizim hem taşıdığımız en büyük sorumluluk ve büyük meydan okuyuşumuzdur.
91. Tarihin kanıtladığı gibi devrimci parti olmadan devrimci süreçler belli bir noktaya ilerlemez üstelik kaçınılmaz olarak gerileyecektir. Bizim için sorumluluk budur. Biz küçüğüz fakat müdahalelerimizde tutarlı olmak koşuluyla bulunduğumuz her yerde belirleyici olabiliriz
92. Her şeyden öte bu devasa bir meydan okumaktır çünkü oynamamız gereken rolü oynayabilmek için ve bize bırakılan alanları doldurabilmek için hareket tarzımızı ve siyaset uygulamamızı devrimcileştirmeliyiz. Partilerimiz için ihtiyaç olan devrim doğrudan farklı ülkelerdeki sınıf mücadelesinde ve süreçlerde aldığımız tutumlarla ilgilidir. Bunun anlamı rutinden kopmaktır, sosyal adaptasyon ve uzlaşmadan kopmaktır, süreci, mali meseleleri teori ve ideolojik tartışmalarımızı devrimcileştirmektir. Cesur politikalarımızın gücüne ve bu politikaların hareketlerde üreteceği etkiye inanmak anlamına gelmektedir.  Aynı zamanda ne olduğumuzun ve ne yapabileceğimizin gerçekçi farkında olmak ve sadece şimdi ne durumda olduğumuz anlamına gelmemelidir. Hala hazırda önümüze çıkan fırsatlar yeterli değildir. Bilinçli ve kararlı eylemlerle bu fırsatlara politik teorik yanıt vermek avantaja çevirmemiz için gereklidir. Bu bizim büyük kavgamızdır.

27 Haziran 2012 Çarşamba

10 KONGRE METİN 6 AĞUSTOS 2011 DÜNYA DURUMU ÜZERİNE TEZLER (BÖLÜM 5)


V. Arap dünyasında devrim seyir halinde

65. Bugün, Arap dünyasındaki devimler uluslararası sınıf mücadelesinin en önemli olayıdır. Dünya ekonomik krizi 30-40 yıllık baskıcı, işkenceci, siyasi özgürlükleri yok sayan bölgesel eski rejimlerde yaşanan gerilimi artırdı. Bu sabit özelliklerinin yanında çürüme ve diktatörlüklerin ve ona yaslanan burjuvazinin serveti ile kıyaslandığında halkın çoğunluğunun yaşadığı özelliklede krizle birlikte tırmanan yoksulluk ve işsizlik, sosyal harcamaların kesilmesi ve temel tüketim ürünlerindeki fiyat artışları ile birleşip daha da ağırlaştı.
 66. Arap devrimleri dünya ekonomisini çok fazla etkiliyor. Dünya petrol pazarının önemli sağlayıcısı konumundaki ülkeleri devrim dalgası sarstığından beri petrolün üretiminde ve dağılımında düzensizlikler yaşandı ve bu durum petrol fiyatlarının artışına yol açarak dünya ekonomisini etkiler hale geldi. Eğer Arap devrimci süreci uzar ve yayılırsa, istikrarsızlıktan dolayı fiyatlarda yaşanabilecek artışla, ekonomilerinde kırılgan bir iyileşme yaşayan bazı ülkeleri de içine alarak, dünya ekonomisinin daralmasına neden olan etkenlerin etkisini artıracak bir temel unsur olacak.
67. Arap devrimlerinin bir diğer merkezi etkisi ise emperyalizm tarafından korunan dünya düzenini doğrudan etkiliyor olmasıdır. Bölgenin petrol kaynaklarına bağlı jeopolitik öneminden dolayı kontrol, ABD tarafından İsrail ve Mısır ordularının doğrudan finansı ile ifade ediliyor. İsrail ve Mısır dünyada en çok finans yardımı alan ülkedir. Günümüzde Irak ve Afganistan’ın kritik durumu dışında dünya düzeni için tehlikeye yol açıyor ve bölgede emperyalizmin kalelerine karşı bir devrim öngörülemeyen bir durumu, istikrarsızlığı açığa çıkardı. Bir tarafta bölgedeki dinamizm genişliyor ve ani ve devrimci süreçler bölgenin farklı ülkelerinde yaşanıyor ( Yemen, Bahreyn, Suriye vb). Diğer tarafta Arap dünyasındaki emperyalizmin en önemli müttefiki ve tamamen ABD yardımına bağlı Mısır, devrimi yaşıyor. Ekonomik krizin sonuçlarına karşı devasa kitle gösterileri yaşandı ve emperyalizmin bölgedeki varlığı için büyük tehlike olan Arap dünyası ile birlikte Avrupa’yı etkiledi.
68. Arap dünyasındaki devrim sadece emperyalizmin müttefiki diktatöryel rejimleri karşısına almıyor. Aynı zamanda bölgede emperyalizmin jandarması rolü oynayan İsrail devletini tehdit ediyor, İsrail ve Filistin’e komşu iki ülke; Mısır ve Suriye ve tüm Arap dünyası devrimci süreci yaşıyor. Filistin halkı ve onun kurtuluşu için şimdi daha güçlü bir dayanışma duygusu var. Filistin davası antiemperyalist görünümlü ve İsrail ile barış içinde bir arada yaşamın sürdürülmesine yönelik emperyalizmin politikasını karşısına alarak Arap mücadelelerini birleştiriyor.
69. Arap devrimi Filistin’e(de) ulaştı. Nakba’nın yıldönümünde yapılan gösterilerde kitleler sınırlara yürüdü, Siyonist ordunun yanında Arap ülkelerinin polisleri ile de çatıştılar. Eylemcilerin 3. intifadanın başlatıldığını söyledikleri bu karşılaşma tüm süreci daha da derinleştiriyor ve Siyonist üssü tehlike altına alıyor. Mübareğin devrilmesiyle ilk yumruğunu indirdi: kısmen de olsa Mısır ve Gazze arasındaki Rafah sınır kapısı açıldı ve Gazze ablukası gedik verdi.
70. Bu devrimler halkçı bir karaktere sahip. Irak ve Afganistan özgürlük savaşından farklı bir karakterle Mısır gibi bazı ülkelerde işçi sınıfı örgütlü bir biçimde yer aldı. Arap dünyası ile birlikte Avrupa’da gençlik öncü olarak önemli rol oynuyor. Sınıfın ve gençliğin süreçlere bu özel katılımı, tüm dünyadaki mücadelelerde gençlik ve işçiler için bir referans oldu. Aynı zamanda Arap devrimi kitlelerin işleri eline almalarına karar verdiklerinde, insanlığın acılarını sonlandırmak için tek geçerli strateji olan devrimin geçerliliğini ve kitlelerin gücünü bir kez daha kanıtladı.
71. Devrimle dayanışma ülkeden ülkeye hala benzersiz. Mısırda yaşandığı gibi sahneye işçi sınıfının ve gençliğin çıkışı tüm dünyada dayanışmayı motive etti. Fakat bu dayanışma aynı şekilde diğer ülkelere gösterilmedi, özellikle birçok sol akımın Libya diktatörüne destek çıktığı görüldü. Kaddafi’nin katliamlarına rağmen solun önemli kesimi, Chavez ve Kastro kardeşlerin rehberliğinde Kaddafi etrafında bir araya gelirken halkın karşısında durdu. Bu durum çok fazla kafa karışıklığına neden oldu ve neredeyse Libya ile dayanışmaya yol açmadı. Ama bu durumu emperyalizmin müdahalesi daha zorlaştırdı. Benzer bir durum Suriye’de yaşanıyor. Gösteriler için bir araya gelen kişiler katlediliyor fakat uluslararası bir dayanışma yok çünkü sol rejime taviz veriyor. Suriye rejimini destekleyen ülkeler İran, Venezüella ve Küba olduğunu bir tarafa not edelim.
72. Politik İslam, Arap devrimi testinden geçemedi. Genel olarak tüm eğilimler bir prestij kazansa da emperyalizm ve İsrail ile karşı karşıya gelmelerinden dolayı İran’ın Ayetullah rejimi, Hizbullah ve Hamas tavır alamamaktan kaynaklı bir erozyon yaşıyor hatta Hamas’a karşı gösteriler yapıldı. Bu hareketler kitlelerin karşı karşıya geldiği hükümetlere destek oldular; mesela Esad, Hizbullah tarafından destekleniyor. Burjuva milliyetçiliğinin ve stalinizmin çöküşü devrimci alternatifin inşası için daha iyi bir alan açıyor.
73.  Arap dünyasındaki devrimci gelgitler merkezi olarak bölgedeki emperyalist politikaların desteğini alan diktatörlük rejimleri karşısına aldığında, 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan dünya düzeni ve Bush’un yenilgisinin yanında emperyalizmin liderliğine krizi taşıdı. Fakat emperyalizm, her ülkede sahip oldukları iç dinamiklerle olan ilişkisiyle kendisi için daha iyi bir kontrolü garanti edecek ve bölgedeki sömürgeci sömürüsünün istikrarını sürdürmesine izin veren bonapartist rejimleri destekleyerek bu çerçevede müttefikleri ile uyum içinde yeni bir pozisyon almaya çabalıyor. Emperyalizm iktidara gelebilecek hükümet projelerine göre kendini ayarlamaya çabalıyor çünkü var olan iktidarların saldırı altında olması bu hükümetlerin görevi bırakmasından daha fazla istikrarsızlık yaratıyor. Libya’da takındığı pozisyon bu durumun en güzel örneğidir. İlk başlarda Kaddafi’yi destekledi fakat iç savaşın yol açtığı istikrarsızlıktan dolayı emperyalizm kendi kontrolünün dışına çıkabilecek isyancı güçleri yok etmek ve petrole ulaşmak için müdahale etti. Bahreyn’de Suudi Arabistan’ın müdahalesini destekledi ve halkın mücadelesini ortadan kaldırdı. İşte bu nedenle diktatörlüklere karşı mücadele bölgedeki emperyalist varlığa karşı mücadeleyle birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü emperyalizm bölgedeki diktatörlükleri destekliyor, bu bonapartist rejimleri güçlendiren bu destektir. Diktatörlüklere karşı ayaklanmaya ve silahlı mücadeleye başvurmak artık Yemen’de olduğu gibi daha fazla gereklidir. Mısır’da emperyalizm Mübarek’i destekledi ve sadece Mübareği bir başkası ile yer değiştirmeyi kabul etmek durumunda kaldı ve sonrasında kitleler baskıya karşı çıktığında ve hükümetin bir kaç değişiklikle yenilenmesine karşı çıktıklarında son olarak askeri cuntayı onayladı. Bir kural olarak emperyalizm mümkün olacak en az istikrarsızlığa yol açacak bir çözümü kabul ediyor. Fakat devrimin iktidarının diktatörlükleri tamamen ortadan kaldırması ve gücünü kullanması tek çözümdür. Burjuvazi için yer değişikliği gerçekleştirebileceği somut alternatiflerin yokluğu daha fazla radikalizasyona yol açabilir. Suriye ve Yemen’in durumu gibi, silahlı çatışmalar ve yeni iç savaşlar. Mısır’ın durumunda emperyalizmin desteğine ve şimdi cuntaya yaslanan Müslüman Kardeşlere rağmen hala büyük çelişkiler mevcut ve gençliğin durumunda olduğu gibi devrime öncülük eden sektörler arasında karşı karşıya gelişler yaşanıyor.
74. Arap devriminin evrimi ya da sonu uluslararası politik durumu etkileyecektir. Krizin sonuçlarına karşı sınıfın direnişine olan etkisiyle( zaferlerle ve yenilgilerle) hem bir referans noktası olarak ve hem de emperyalizmin ekonomik ve politik krizini derinleştirerek ya da derinleştiremeyerek. Biz bugün bölge genelinde devrim ve karşı devrim arasında uzun sürecek bir mücadeleye, mücadeleleri büyütecek ya da derinleştirecek muhtemel süreçlerin cereyan edeceğini düşünüyoruz.  Üstelik gençliğin mücadelesi ve daha önceki süreçlere liderlik eden İslami eğilimlerin zayıflığı söz konusudur. Filistin ve Suriye bu eğilime örnek gösterilebilir. Aynı zamanda devrimci liderliğin yokluğu zaferleri engelleyen krizlere, Bahreyn’deki gibi bölgesel yenilgilere ve Libya’daki açmazlara neden oluyor. Bugün Arap devrimi dünya durumunun en yüksek zirvesidir ve dolayısıyla sonuçları iyi ya da kötü kesinlikle sınıf mücadelesini ve dünya durumunu etkileyecektir.

26 Haziran 2012 Salı

10 KONGRE METİN 6 AĞUSTOS 2011 DÜNYA DURUMU ÜZERİNE TEZLER (BÖLÜM 4)


V – Avrupa’da işçi sınıfının ve gençliğin yükselişi

 49. Avrupa’daki durum tamamen iki yapısal unsurun koşuluna bağlıdır. Bir yanda önemli politik krizleri açığa çıkartan ve hakim sınıflar üzerinde çatışmaya neden olan derin ekonomik kriz diğer yanda ise kıta genelinde işçi sınıfının ve gençliğin güçlü yükseliş dalgası var. Bu iki unsurun aynı anda meydana gelmesi Lenin’in 1. Dünya savaşı başlarında kıtada devrimci durumun yaşandığı sonucuna varmasına benzer şekilde Avrupa genelinde bir devrimci durumu açığa çıkarıyor. Ülkelerin çoğunun devrimci durumu yaşadığı anlamı çıkarılmamalı, ama güçlükler ve derin yapısal değişiklikler içinde bulunduğumuz günleri sınıf mücadelesi açısından önemli hale getiriyor ve bir dönem olarak açılan devrimci durum birçok ülkenin gündemindedir ve hazırlıklı olmamız gereken durum budur.
50. Krizin ilk günlerinde,  krizin açığa çıkaracağı sonuçlar düşünüldüğünde burjuvazinin saldırıları ve işsizliğin artışından kaynaklanan korku ile bir savunma reaksiyonu hakimdi. Bu yüzden politik ve sendika liderlerinin rolünü belirleyen burjuvazinin saldırılarını durdurmak oldu. Derin borç krizi ortaya çıkınca burjuvazinin işçi sınıfı saldırıları ayyuka çıktı ve sınıfın geniş birliğini içiren direnişler başladı ve bu direnişler bölgede sınıf mücadelesinin yeni momentine kapı açtı.
51. Avrupa’daki yükselişin en önemli temel özelliği, 2000’li yıllarda Avrupa’da ve Amerika’da sokakları dolduran küreselleşme karşıtı hareketlerin ve Latin Amerika’da açığa çıkan ve kaybedilen devrimlerin aksine sınıfın, savaşa kendi yöntemleri ile bir sınıf olarak katılmasıdır. Fakat bu sınıfın, her yükseliş zamanında öncü olacağı demek değildir. Yunanistan’da işçi sınıfı hareketin merkezindeyken, İspanya’da 15 Mayıs hareketinde gençlerin başını çektiği halkın yoğun katılımı bu duruma iyi birer örnektir. Ayrıca sendika bürokratlarının kurduğu barikatlarla rağmen proletaryanın gösterilerde yer almasını vurgulamalıyız.
52. Avrupa’da açığa çıkan kitle seferberliklerinde genç öncülerin, gençlerin yer aldığı vurgulanmaya değer. Katılımları çok kitlesel çünkü Avrupa işçi sınıfının genç kuşakları, eski kuşakların sahip olduğu sosyal haklar ve yaşam koşullarını elde edemiyor. Gençler arasında ikiye katlanan oranıyla işsizlik yaygınlaşıyor. İspanyada resmi rakamlara göre yüzde 20 olan işsizlik gençler arasında yüzde kırka ulaşarak skandal bir orana yükseldi. Ekonomik kriz, gençlere kapitalizmin onlara ne vaat ettiğini berrak bir biçimde gösteriyor ve daha önceki kuşaklardan daha kötü yaşam koşulları sunuyor. Gençlik, kadınlar ve göçmenlerle birlikte Avrupa işçi sınıfının en çok sömürülen kesimlerindendir. Gençler kendilerini daha güçlü ifade ediyorlar çünkü gelecek umutlarından başka kaybedecekleri bir şey yok. Bu geleceksizlik işçilerle ve işsizlerle birlikte gösterilerde daha aktif olarak katılan gençliği mücadeleye taşıyor.
53. Var olan seferberlikler gerekli olan halkçı karaktere sahip. Yüzyılın başında(2000’li yıllar) ortaya çıkan gençliğin G-7, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlere karşı antikapitalist mücadelesinden oldukça farklı seferberlikler yaşanıyor. Bu seferberlikler tamamen krizin somut sonuçlarına ve tasarruf planlarını yürürlüğe koyan hükümetlere karşıdır. İşte bu ne nedenle ezilenlerin farklı kesimlerin katılımını özelliklede gençliği içinde barındırıyor. Kısaca krizden etkilenen tüm kesimler. Seferberlikler esnasında yaşanabilecek en büyük zorluklardan biri, farklı kuşaklardan oluşan sınıfın birliğini sağlamak olacaktır. Burjuvaziye karşı birlikte savaşmak, burjuvazinin saldırılarına karşı savunuya geçmek sadece sokak gösterilerinde değil iş yerlerinde de bu birliği sağlayarak savaşmak önemlidir. Diğer bir büyük zorluk ise gençliğin özel ihtiyaçlarına yanıt geliştirecek politikalar ve projeler üzerinde fikir üretmektir.
54. PIIGS olarak adlandırılan ülkelerde yaşanan önemli seferberliklerin yanında Yunanistan’ın durumuna özel önem vererek, kıtada 60 ve 70’li yıllarda eş zamanlı yaşanan seferberliklerden sonra en önemli kitle seferberlikleri yaşanıyor. Burjuvazinin saldırıları Yunanistan’da diğer ülkelere göre daha şiddetli ve sonuçta direniş ve seferberliklerin boyutları da daha şiddetli. 2010 yılında Yunanistan’da 10 genel grevden fazlası yapılırken, Almanya proletaryası nükleer santrallere karşı önemli gösteriler yapmasına rağmen henüz bir seferberliğe girişmedi. İngiltere ve Fransa’nın durumunu da belirtmeliyiz. Almanya’dan sonraki bu emperyalist ülkelerde kitle hareketlerinde yükselişler yaşanıyor. En güncel örnek olarak diğer gösterilerinin yanında gençliğin Londra ve diğer şehirlerin mahallerindeki isyanıdır. Tüm bunlar ülkedeki sosyal ve politik durumun ne kadar patlamalı olabileceğini gösteriyor.
55. İşçi sınıfının sahneye çıkışı ve ekonomik krizin sürekliliği farklı ülkelerde politik krizleri açığa çıkardı. Tekrarlayan politik krizler bugün Avrupa’nın ana gündemidir ve seçimlerde tasarruf planları uygulayan hükümetlerin yenilgi almaları (Yunanistan ve İngiltere) politik krizin ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Hatta kimi ülkelerde (İrlanda Portekiz) hükümetler erken düştü. Fakat tüm politik krizlerde burjuva partileri ardı ardına hükümete geliyor ve bu partiler halkın gözünde erozyona uğruyor ve nüfusun çoğunluğu bir çıkış yolu göremiyor yada değişiklik umudu taşımıyor. Alternatifsizliğin yokluğunda burjuva partilerinin bu erozyonu tarihsel olarak güçlü olan Avrupa’nın demokratik burjuva rejimlerinin zayıflamasına ve bozulmasına yol açıyor.
56. Politik krizler sadece her bir Avrupa ülkesini değil, birlik içinde bu ülkelerle ilişkide bulunan ülkeleri de etki altına alıyor. Yunanistan, Portekiz, İrlanda gibi Euro bölgesindeki ülkelerin iflas etme olasılığı, bu ülkelere AB Bankası ve IMF ile müdahale etme ihtiyacı, Almanya ve Fransa arasında ve birliğe liderlik etme mücadelesinde yüksek bir gerilime neden oldu. Bu gerilimler Euro’nun ortak para birimi olarak kullanılmasının tehlikeye atıyor buda 50 yıllık Avrupa emperyalizminin politikasının kriz içinde olması anlamını taşımaktadır.
57. Birlik içinde yaşanan en keskin çatışmalardan biri ve Şengen anlaşmasıyla başlayan kitlesel göçlere karşı alınacak tutumdur. Kuzey Afrika ülkelerinden, Lübnan’ın çatışmalı ortamından göç edenlere yönelik İtalya ve Fransa hükümetlerin bu göçlerin Avrupa içine yayılmasını engellemeye yönelik politikaları. Danimarka birlik ülkelerinden gelecekleri sınırdan içeriye girmesini askıya aldı.
58. Bu ülkelerin birkaçında direnişe rağmen hükümetler tasarruf planlarını uygulamaya koydu fakat bu planlar burjuvazinin ani bir iyileşme sağlaması için garanti olmayacaktır, yapısal krizleri basitçe planlarla çözülemeyecektir. Kriz hala mevcut ve bu nedenle burjuvazi bir kez daha, daha şiddetli saldıracaktır. Şimdi Portekiz, Yunanistan, İrlanda ve İspanyada yaşandığı gibi. Şiddetli yapısal planların uygulanması yolundaki politika, farklı ülkelerdeki politik krizlerin süreceğinin kanıtı ve bu durum Avrupa Birliğinin ve ülkelerin kendi iç gerilimlerinden kaynaklı krizini daha da derinleştiriyor.
59. Kitle seferberlikleriyle karşılaşan burjuvazinin dayandığı iki temel köşe taşı var: kitle hareketindeki yükselişi engellemek ve dağıtmak için sınıfın geleneksel liderlerini kullanmak ve sınıfı birbirinden farklılaştırmak, kendi içinde dağıtmak. Sınıfı bölme politikası temel olarak yerli işçi sınıfının göçmen işçilerden ayrılaştırılmasıdır. Bir diğer yöntem ise genç ve yaşlı işçi sınıfı arasındaki ücretlerde ve sosyal haklardaki uçurumdur. Bu bölünme işçilerin ortak bir liderliğine sahip olmayan farklı sektörlerdeki farklı sendikalarla daha da derinleşiyor. Son olarak bölünme aynı saldırı planlarından muzdarip olan farklı ülkelerin işçi sınıflarının aynı hedefler doğrultusunda burjuvazinin planlarına bir bütün olarak karşı koyacak bir birleşik plandan yoksun oluşudur. İlaveten ulusal baskıdan dolayı sıklıkla bir ülkedeki farklı uluslar arasında İspanyada olduğu gibi ciddi bölünmelerdir. Burjuvazinin politikaları sendika bürokrasiler sayesinde işçi hareketi içinde yer ediyor ve sınıf içindeki bu çatlaklıklar genişliyor.  Bu durum işçi sınıfının burjuvazi karşısındaki savaşında güçlü bir engel oluşturuyor. Şimdi sınıf birleşik değildir ve sermayenin yönelttiği vahşi saldırılar dikkate alındığında eğer burjuvaziyi yenmek istiyorsa işçi sınıfına mümkün olan en geniş birleşik cepheyi dayatıyor. İşte bu nedenle sınıfın bu bölünmüşlüğün üzerinden gelmek ve birliği gerçekleştirmeyi başarmak öncelikli ilk sıradaki görevdir.
60. Sınıfın bölünmüş olmasının dışında sendika bürokrasisi burjuvazi için temel bir rol oynuyor ve sisteme ve hükümete karşı yöneltilen öfkeyi engelliyor. Ülkede yaşanan hoşnutsuzluğa ve politik krize rağmen CGIL(İtalya) sendika konfederasyonu genel grev için yapılan çağrıya yanıt vermedi.  Gerçek olan sendika bürokrasinin uzun süredir tabanlarına hiç bir olumlu katkı sağlamadıklarıdır. Ve şimdilerde ayakta kalmaları için hükümetlerden hibeler alıyorlar. Buda devletle yapısal ilişki içinde bulunmalarına yol açıyor. Birçok ülkede sendika liderleri büyük firmaların yöneticileri gibi bir fonksiyona bürünüyor ve emeklilik fonlarının yönetiminde yer alıyorlar. Bu fonları finans pazarında yatırım aracı olarak kullanıyorlar. Krizle yaşanan kutuplaşmayla bürokrasiler görüşme masalarında devletin finansal sisteminin bekası ve ayrıcalıkların korunması için işçilerin haklarını pazarlıyorlar. En güzel örnek İspanyada gerçekleşti. UGT ve CCOO, Zapetero ile emeklilik yaşının yükseltilmesi ve on yılarca yıl verilen mücadeleler sonucunda işçi sınıfının kazanımlarını ipotek altına alan anlaşmayı doğrudan imzalamaları oldu.
61. Bürokrasiler, krizde ve tasarruf planlarının sorumlusu olarak AB kurumlarını suçlayarak, sanki bu planları uygulamaya sokan hükümetleri değilmiş gibi kendi ulusal hükümetlerinin düzlüğe çıkarmak için çabalayacaklar. Günden güne yenileri uygulama zemini bulan tasarruf planlarına karşı eylem çağrısı olduğunda seferberliklere güç katmıyorlar, tüm istedikleri kitlelerin kabaran öfkesini yatıştırmak için egzoz valfi olarak görev yapmak.
62. Sosyal adım altında sendikaların patronlarla devlet aygıtı arasındaki ilişkisi toplumsal yaşamda ciddi bir erozyona, taban ve liderleri arasında uçuruma neden oluyor. Daha krizin etkileri işçi sınıfının kazanımlarını ciddi biçimde vurmamışken, rutin görüşmeler ve kayıpların minimalize edilmesi uğraşıları, işçi sınıfınca hoş görülmüştü. Devlet aygıtının kontrolü elinde bulundurması işçi sınıfının bu ataletsizliği ile sağlandı. Avrupa’daki kriz ile yeni bir gerçek ile başbaşayız. Yaşam standartlarına karşı şiddetli saldırı ile eski liderlikler krizden mağdur olmaya başladı ve liderlerle taban arasındaki ilişkilerde yeni bir moment başladı. Yeniden örgütlenme, alternatif sendikaların inşa edilmesi, merkez sendika aygıtındaki bürokrasilere karşı muhalefet. Tüm bunların ortaya çıkması her şeyin kolaylaştığı anlamını taşımaz. Direnişin atomizasyonu ve güçlü politik ve sendikal bürokrasilerden dolayı hala devasa engeller var. Her ne kadar kendi içlerinde erozyon yaşansa da bu eski örgütlenmeler hala kitleleri kontrol altında tutuyor fakat işçi sınıfının ihtiyaçları ve sendika merkezlerinin pozisyonları arasındaki uçurum derinleşmeye devam ediyor. Krizin en ağır hissedildiği bu günlerde tasarruf planlarına karşı koyuş reddediliyor ve tarihsel mücadelelerle kazanılmış hakların elden gitmesi karşısında yeni anlaşmalara itiraz edilmiyor. Bu liderliklere karşı özellikle en çok sömürülen krizden en çok etkilenen göçmenler ve gençler arasında öfke gelişmeye başlıyor.
63. Tüm yükseliş dalgasına rağmen Avrupa’da bürokratik ve reformist liderler şimdiye kadar mücadele sürecini durdurma ve yolundan saptırmayı başardı. İşçi sınıfı tarihsel bir yenilgi almasa da burjuvazi hala şiddetle saldırıyor, mücadelede geriye ve ileriye doğru hareket ediliyor ama henüz sona gelinmedi. Bu hükümetlerin politik krizini derinleştiriyor, sınıfın geniş kesimlerini ve gençliği sendika bürokrasilerinden ve reformist partilerden uzaklaştırıyor. Sosyal hoşnutsuzluğa yanıt veremeyen alternatif politikalar üretemeyen krizden bir çıkış yolu bulamayan rejimlerin krizi büyüyor. Devrimci liderliğin eksikliği, kapitalizme sağlanan uyum ve seçim aldatması koşullarında ve Avrupa’nın yaydığı burjuva demokratik rejim ve hala hazırda kontrolü elinde olan sendika bürokrasilerinden dolayı açığa çıkacak bir kırılganlığı küçümsememeliyiz.
64. Eğilim, bu yüzden yeni Yunanistan’dır yeni Almanya değil. Yeni sosyal huzursuzlukların yaşanacağını görüyoruz ve bunun daha ve daha fazla şiddetli Portekiz’de “geraçao a rasca” yürüyüşü ya da İspanya 15 Mayıs hareketi gibi geleneksel liderlikleri bir kenara atacaktır. Alternatif bir çıkış olmadığından bu hareketler bu tür eğilimler içinde gelişiyor. Fakat bu süreçler sona gelmedi ve daha ve daha şiddetli olarak krizin yaratmış olduğu objektif ve geleneksel liderliklere olan güvensizlik ve kredinin tükenmesinden kaynaklı öznel nedenlerde dolayı giderek derinleşerek açığa çıkacaktır. Tüm yükselişleri ve geri çekilişleriyle bu süreç, sınıf için çatışmacı ve devrimci alternatif için yeni bir sayfa açıyor.

25 Haziran 2012 Pazartesi

10 KONGRE METİN 6 AĞUSTOS 2011 DÜNYA DURUMU ÜZERİNE TEZLER (BÖLÜM 3)


III – Görünüm: artan sosyal ve politik kutuplaşma
37. Krizin ilk evresiyle başa çıkmak için emperyalist devletler finansal sistemlerine ve büyük şirketlerine milyarlarca dolar enjekte etti. Bu müdahale ile ekonomide 2009’un son ve 2010’un ilk dönemlerinde bazı iyileşmeler sağladılar. Devasa açıklar ve mali kriz finansal sisteme devlet müdahalesini gerektirdi ve bu müdahale için ihtiyaç duyulan finansal yük, harcanan paranın geri konması için, işçi sınıfının kazanımlarına yönelik saldırılara yenilerini eklediler. Bu müdahale ihtiyacı bir sosyal savaşa, burjuvazinin işçilere yönelik saldırılarına ve ülkeler arasında finansal sisteme yönelik tartışmaları açığa çıkarıyor. Fakat bu iyileşmeler yeterli olmayacak ve ülkeler krizden çıkmayı bu şekilde başaramayacaklar.
 38. Krizin ağırlığı burjuvaziye sadece ve sadece daha şiddetli saldırıları ve sömürüde yeni bir tarihsel seviyeye ulaşacak yöntemleri uygulatıyor. Bu nedenle krizin çözümü ya burjuvazinin işçi sınıfını yenilgiye uğratma kapasitesine ya da tersinden işçi sınıfının burjuvaziyi alt edip iktidarı almasına bağlıdır. Bu nedenden ötürü biz uzun yıllara yayılan bir kriz ve mücadelelerle dolu, hala hazırda ortaya çıkan iki temel olaya, bir tarafta aşırı sağın ve yabancı düşmanlığının seçimsel süreçlerde yaşadığı yükseliş ve diğer yanda Avrupa’da ve Arap dünyasında yaşanan yükselişlerde açığa çıkan sosyal ve politik kutuplaşmaların yükseldiği bir süreç öngörüyoruz.
39. Burjuvazi işçi sınıfını bölmek için Avrupa işçi sınıfını göçmen işçilere karşı yönlendirme politikası uyguluyor. Bu politikanın sonucunda, seçim sonuçlarında yabancı düşmanı ve ırkçı partilerin önemli sonuçlar elde ettiklerine tanık oluyoruz. Yabancı düşmanı aşırı sağ, Danimarka ve Finlandiya gibi kimi Avrupa ülkelerinde üçüncü güç ve ikinci güç olmaları Fransa’da söz konusudur. İsveç’te ise ilk kez iki aşırı sağ milletvekili parlamentoya seçilmiş durumda. ABD’de aşırı sağcı, çay partisi ilk kez parlamentoda iki koltuk kazandı. Arizona yasası ve Meksikalıların ve diğer Latin kökenlilerin aleyhine yasalar aşırı sağın ve yabancı düşmanlığının gelişmesinin bu ülkedeki yansımasını gösteriyor. Bu durumu, yabancı düşmanlığı ve İslami fobiye karşı Avrupa ülkelerinde alınan yaygın önlemlerde de görebiliriz. “Tehlikeli” göçmenler, Tunus ve diğer mağrip ülkelerinden gelen göçmenlerin kıtaya gelişini engellemek için Berlusconi’nin yasaları bir başka örnektir. Bu politikalar, bu kavramları işçi sınıfına pompalayan sendika bürokratlarınca desteklenmekte ve bu durum patronların çıkarlarını sürdürmek için işçi sınıfı içinde bölünmenin açığa çıkmasına ve derinleşmesine olanak veriyor.
40.Aşırı sağ partilerin büyümesi yaşam standartlarındaki düşüşün ve kemer sıkma palanlarının sorumlusu geleneksel sağ ve sosyal demokrat partilerin yaşadığı erozyonla doğrudan ilişkilidir. Krizin varlığı ve yarattığı etkisiyle, ırkçı söyleme sahip partiler kendilerine alan buldular ve sosyal hoşnutsuzluğun sebebini işsizliği, suçu, marjinal hareketlerin sorumluluğunu göçmenlerde buluyorlar. Şimdiye kadar bu aşırı sağ güçlerin gelişimi seçimlerde yaşandı. Organize faşist grupların ortaya çıkıp lümpen kitlelerle birlikte hareket ettiğini henüz görmesek de bu durumun yaşanmayacağı anlamına da gelmemelidir.  Bu gruplara karşı askeri eylem politikasına sahip olmamız gerekir. Göçmenlere yönelik bazı saldırılar var fakat yabancı düşmanlığı hareketinin merkezinde her şeyden öte gerek sağ, gerek sosyal demokrat hükümetlerin ve sendika bürokratlarının geliştirdiği söylemler var. Bu nedenle gündemimizde artık yabancı düşmanlığına ve sınıfı bölen politikalara karşı politik savaş yürütmek var. Yapmamız gereken burjuvaziye karşı işçi sınıfının birliğini savunmaktır. Yabancı düşmanlığının bu gelişimi ve krizin bedelini ödememek için mücadele eden eylemcilere ve işçi sınıfına karşı saldırı geliştiren hükümetlerin bonapartist müdahale uygulamadaki tavrı ekonomik krizde açığa çıkan devrim ve karşı devrim arasında gelişen kutuplaşmanın en uygun ifadesidir.
41.Ancak en önemli yön, iki kutuplu yükselişin varlığını; şimdiki dünya krizine taşıdığı farklı karakteri vurgulamalıyız: güçlü bir işçi sınıfı geleneğine sahip tüm Avrupa’da ve birlik içinde hükümetlerin uyguladığı tasarruf planlarına karşı gelişen direnişlerin varlığı ve emperyalizmin etkisi altındaki stratejik bölgelerdeki Arap dünyasındaki devrim. Gerek Avrupa’da gerekse Arap dünyasında sınıfın zaferi için kolay bir yol olduğu söylenemez. Çünkü engeller güçlü ve tüm direniş ve devrimci süreçler devrimci liderliğin derin kriziyle muzdarip. Ama temel unsur Arap dünyasının işçi sınıfı ve ezilen kitleleri burjuvazi ve emperyalizme karşı büyük bir mücadelede yer alıyor oluşlarıdır.
42. Kriz ile mücadelede, ABD’deki krizin evrimini takip etmek hepimiz açısından gereklidir. ABD işçi sınıfı krizin ilk evresinde General Motors(GM)un üretimi durdurması ve ücretlerdeki kesintiler gibi önemli yenilgiler aldı. Kendi para birimi, doların dünya genelinde temel değişim kuru olmasıyla Amerika, AB’ ye göre daha fazla manevra yapma olanağına sahip ve avantajlı konumdadır. Ama özelikle eğitim ve sağlık alanında yapılan bütçedeki son kesintiler Wisconsin’de yaşanılanlar gibi önemli radikal patlamaları açığa çıkardı. ABD bütçesindeki dev mali açık ve dünya ekonomisinde yaygınlaşan daralma bu kesintilerin daha da devam edeceğini ve tasarruf planlarının ABD’nin de gündeminde olacağını,  halkın yaşam koşulları üzerinde yaratacağı olumsuz etkiyle daha fazla sosyal patlamalara ve bunların yaygınlaşmasına yol açacaktır.
43.Dünya ekonomik krizinin ve dünya devrimci durumunun sonuçları, politik istikrarsızlıklar olarak açığa çıkıyor ve krize karşı gelişen önemli seferberlikler sıklıkla ulusal, diktatörsel ya da sömürgeci baskının olduğu farklı ülkelerde açığa çıkıyor. Bu duruma Hindistan’da yaşanan genel grevleri, Mozambik’te ayaklanma ve isyanı, Nepal devrimini ve Çin ve Bangladeş’te yakın zamanda yaşanan grevleri örnek olarak verebiliriz.
44. Güçlerimizin en çok yoğunlaştığı Latin Amerika devrimci olmayan bir durumda. Biz hala kıtada uzun sürecek bir istikrarsızlık dönemi göremiyoruz. Ama aklımızdan çıkarmadığımız bir şey var; emperyalizmin ve Brezilya’da dahil Latin Amerika ülkelerindeki istikrarsızlık dünya ekonomisinin kaderine sıkı sıkıya bağlıdır. Devrimci olmayan bir durumdan bahsetsek de önemli seferberlikler ve istikrarsızlıklar belli ülkelerde yaşanmıştır. Doğal gazın paylaşılması esnasında Bolivya’da yaşanan isyan, Honduras’ta devrimci durum, halkın desteğini arkasına alan öğretmenlerin ve öğrenci velilerinin içinde yer aldığı Şili’de parasız eğitim için gençliğin yaptığı gösteriler. Bunların dışında emperyalizm hala kıtadaki yarı sömürge ülkelerde yüksek karlar elde etse de; bu karlarını yükseltmek için sömürünün seviyesini artıracak ve bu yeni çatışmaları; Arjantin’de ve Brezilya’da yapılanlar gibi yeni grevleri açığa çıkaracaktır. Bu nedenle sömürüye karşı mücadelede, doğal kaynakların talanı ve kıtanın yeniden sömürgeleştirilmesinin hız kazanmasının karşısında gerekli adım olan işçi sınıfının ikinci bağımsızlık talebi yükselen temel talep haline gelmiştir.
45. Bu arka plan çerçevesinde biz karışıklıklar, sosyal patlamalarla, devrimlerle, savaşlarla yaşanacak uzun bir istikrarsızlık dönemine hazır olmalıyız. İç savaşlar ve Libya’ya emperyalist müdahale bu istikrarsızlıklara örnektir. Tüm bu unsurlar dünya devrimci durumunu radikalleşme yoluna sürüklüyor ama yaşanacak durumların tüm dünyada aynı olacağı anlamına gelmemelidir. Adımlar farklı olacak ve Avrupa genelinde ya da Arap dünyasında mücadeleler de farklı olacaktır. Ancak bu yapısal istikrarsızlığın ve devrim ve karşı devrim arasında artan polarizasyon birinin diğerine yenmesine kadar sürecek bir çerçevede yaşanacaktır.
46. Biz burjuvazinin kısmı zaferler kazandığını görüyoruz. Bunun anlamı sınıfın bazı yenilgiler aldığıdır(birçok ülkede emeklilik yaşının yükseltilmesi) fakat bizim için zaferlerdende söz edebiliriz. Bu sonlanmış bir süreç olarak değil aslında uzun ve ağır bir savaşta kısmı muharebeler olarak görülmelidir. Burjuvazinin önerdiği önlemler hatta bazı durumlarda dayattığı politikalar krizden çıkmak için kesinlikle yeterli değildir. Kar oranlarını tekrar elde etmek için sömürüyü hangi bedele mal olursa olsun artıracaklar, buda işçi sınıfının tarihsel yenilgisi olacaktır. Bu bakış açısından hareketle var olan saldırılar daha hiçbir şeydir ama yeni gelecek saldırıların başlangıcıdır. Sonucu burjuvaziyle işçi sınıfı arasında yaşanacak uzun sürecek karşılaşma belirleyecektir.
47- Dünya durumunda açığa çıkan evrimleri ve çelişkileri ısrarla vurgulamak gereklidir. Emperyalizm tarafında yukarıda belirttiğimiz gibi Irak ve Afganistan yenilgilerinin ve yenilgilerin dünya ekonomik krizi ile birleşmesi ile bir kriz var. Krizden dolayı emperyalizm ana enstrümanı olan demokratik gericilik siyaseti ile var olan dünya durumu ile başa çıkmakta zorlanıyor. Kıtadaki popülist ve halk cepheci hükümetlerle ittifak politikası bu sürecin ifadesidir.
48. İşçi sınıfı tarafında artık Stalinizm söz konusu değil, yeterince güçlü, etkili ve var olan süreci küresel ölçekte koalisyonlarla yönetecek ve yenilgiyle tanıştıracak enternasyonalist reformist liderliklerde söz konusu değildir. Fakat devrimci liderliğinde ağır krizi ve işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesindeki keskin berraklık ve buna olan artan ihtiyaç söz konusudur. Bu Arap devrimlerinde ve Avrupa’daki yükselişlerde ortaya çıkıyor.

23 Haziran 2012 Cumartesi

LIT-CI 10 KONGRE METİN 6 AĞUSTOS 2011 DÜNYA DURUMU ÜZERİNE TEZLER (2. BÖLÜM)


II – Emperyalizmin krizi ABD Hegomanyasını sarsmıyor.

 29. 2 Dünya savaşından sonra kurulan dünya düzeninde stalinizmin yenilgisi ve doğudaki devrimler ile bir iflas yaşandı. Kurulan yeni düzenin temel özelliği ABD’nin tek güç olarak kalması oldu fakat iki açıdan ABD önceki döneme göre daha güçsüzdür: sosyalizm adıyla kitle hareketini frenleyen stalinizm artık bu rolünü oynayamayacak, benzer şekilde işçi devletlerinin askeri aygıtı daha önceden bölgede sağladığı kontrolü artık gerçekleştiremeyecektir.
30.Bugün biz; önceki işçi devletlerinde kapitalizmin restorasyonun ardından Amerikan emperyalizmin tek kutuplu dünyasının krizini yaşıyoruz. Bush’un stratejisinin yenilgisine yol açan politikanın sonucunda kapitalist ekonominin kalbinde ortaya çıkan derin krizin ve dünya devrimci durumunun devamının bir araya gelmesinin sonucundan dolayı biz bu krizi yaşıyoruz.
31. Bush’un bonapartist saldırılarının hüküm sürmesinden kısa bir süre sonra Amerikan politikası önceki on yıllardaki uygulamasına geri döndü: hegemonyasını sürdürmek ve diyalog sağlamak adına gerekli olan demokratik gericilik siyasetine dayanmak, G20 ülkelerinde şekil bulduğu gibi emperyalizmin politikasının ana ekseni, alt merkez ülkelerin yeni rollerini oynamasını garanti altına almak oluyor. Emperyalist politikanın merkezi olan bu demokratik gericilik siyasetini uygulamak bazı durumlarda Orta Doğu da olduğu gibi sadece bonapartist politikayı uygulamak anlamına da gelmez.
32. Irak sendromu ve devasa boyutlarıyla ortaya çıkan ekonomik ve politik krizden dolayı ABD emperyalizmi aşırı eylemleri (işgal, savaş vb.)uygulamak için şimdi oldukça zayıftır. Politikasındaki bu kırılganlık kendi iç kamuoyundaki hoşnutsuzluk ve Afganistan işgalindeki kötü ününden kaynaklı olarak kararlı bir askeri eylemi yönetmekteki başarısızlıklarıyla doğrudan ilişkilidir. Ekonomik krizden dolayı ABD hükümetinin eğitim ve sağlıkta ciddi bütçe kesintilerine gitmesi kamuoyundaki hoşnutsuzluklara neden olmuştur. Ve bunla ilişkili olarak kriz nedeniyle yurt dışında yapılacak askeri maliyetleri ve politik bedelleri karşılamak ABD açısından artık daha zor. Bu nedenle yapılacak emperyalist müdahalelere genellikle ya müttefik ülkelerle ya da yarı sömürge ülkelerin ittifaklarıyla ortaklıklar aranıyor. Kullanılacak müdahale yöntemi ise yerine ve durumuna göre NATO ya da BM’dir
33.Emperyalizmin krizine rağmen, ABD’nin hegemonyası değişmeden kalmıştır. Bu hegemonyasının dayandığı nokta üstünlük olarak kullandığı pazar ilişkileridir. ABD açık ve net finansal ve askeri üstünlüğe sahiptir. Üretim açısından Çin’in biraz gerisinde olsa da unutmamamız gereken Çin’de üretim ve ihracat yapanların ABD, Japon ve Avrupalı çok uluslu şirketlerin olmasıdır. Çin’in büyümesi ve dünya ekonomisindeki rolü bağımsız olarak yaşanmıyor, daha fazla artı değer elde etmek için ana emperyalizmin kasten uyguladığı politika ile ABD’ye Çin ekonomisi daha fazla bağımlıdır. Emperyalist ülkelere karakteristik bağımlılık ile gelişme Çin gibi yeni beliren ülkelere de uygulanabilir, Çin örneği benzerinde olduğu gibi bu ülkelerin ABD’ye karşı ne bir alternatif ne de emperyalist güç olarak ortaya çıkma koşulu yoktur.
34- 2.Dünya savaşından beri emperyalist ülkeler ABD hegemonyasına boyun eğiyor. Avrupa özelinde birliğin hegemon gücü Almanya, ana pazarı Avrupa Birliği ve ikincil olarak ABD pazarı olan ihracatçı ülkedir. Bunun haricinde Avrupa, ABD ile rekabete liderlik edecek tek bir ülkeye sahip değil ve her ulusal burjuvazi kendi sermayesini ve pazarını savunur konumdadır. ABD tarafından AB’nin ekonomik teslim alımını; Yunanistan, İrlanda Portekiz gibi ülkelerin krizden kurtarılması için IMF ve AB Merkez Bankasının ortak müdahalesi açık seçik hale getiriyor. ABD’ye ihracat ile belirlenen ana pazara sahip olması ve savaşın ardından ülkenin yeniden inşasında rol oynayan yine ABD olmasıyla ilişkili olarak, şirketlerinin ve sermaye gruplarının ABD ile gerçekleştirdikleri karşılıklı bağımlılıklarından dolayı Japonya’nın bağımsız bir müdahale geliştirmesi söz konusu değil, üstüne var olan bağımsız müdahale seçenekleri ise daha başından engellenmektedir.
 35. Yukarıda bahsettiğimiz sonuçlardan dolayı emperyalizmler arasında bir çatışmanın, politik zıtlıkların olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Ekonomide sürekli bir iyileşme olmadıkça krizin nasıl yönetileceği konusunda emperyalist burjuvazinin farklı kesimleri arasında anlaşmazlıklar daha da somut –akut- hale gelecektir. Anlaşmazlıklar pazarlar, hammaddelerin elde edilmesi ve doğal kaynaklar üzerinde kendine zemin bulacak ve bu alanlarda kendini üretecektir. Bölgesel çatışmalar, ticari birliklerde ve hali hazırda olan birliklerin içinde yaşandığı gibi artış eğilimindedir. AB’nin içinde bulunduğu kriz gibi durumların yaygınlaşması ilerde daha fazla yaşanacaktır. 
36. Bu bakış açısından emperyalistler arasındaki kriz daha saldırgan bir hal alma eğilimindedir ve bu durum kendisini politik ve ticari mücadelelerde göstermektedir. Fakat bu emperyalist güçler arasında bir savaşa yol açmayacaktır çünkü Amerika’nın askeri gücünün üstünlüğü ile bu durum doğrudan ilişkilidir. Bu yüzden bu çatışmalar ve çekişmeler ABD’nin küresel güç bağlamında etki alanlarında yaşanacaktır. Emperyalistler arası savaş hipotezini bir kenara bırakırsak biz savaşların farklı bir karakter taşıyacağını düşünüyoruz. Yaşanan savaşalar ya sömürge savaşları ya da iç savaşlar olacaktır. Libya’da olan çatışmaların başka ülkelerde olabileceğini düşünüyoruz.