20 Temmuz 2010 Salı

Özel Ordu: Katiller sürüsü yeniden

 Kürt sorununu çözme iddiasıyla ortaya çıkıp bu yükü taşıyamayan, açılım adı altında yapmaya çalıştığı şeyi eline yüzüne bulaştıran, kamplardan çağırdığı barış elçilerini cezaevlerine dolduran, henüz 12 yaşındaki Kürt çocuklarını "terörist" damgasıyla 20 sene hapislere yollayan, DTP'yi kapatan, seçilmiş belediye başkanlarını elleri kelepçeli mahkeme salonlarına getirtip tutuklatan, sözde demokratik yeni anayasasında Kürt sorununda hiçbir adım atmayan AKP, milyonlar çözüm beklerken yine silaha ve şiddete başvuruyor.
Muhalefetle yaptığı görüşmelerin ardından RTE'nin Kürt meselesindeki çözüm önerisi ortaya çıktı: Özel Ordu. Kürt halkının hiçbir demokratik talebine kulak vermeyen, "analar ağlamasın" popülizminden öte topluma hiçbir şey söyleyemeyen AKP, çözümü yine kanla getirmeye niyetleniyor. Özel ordu dedikleri şeyin ne menem bir illet olduğunu bu memleketin Kürtleri, solcuları, ezilenleri gayet iyi biliyor aslında. 90'lar boyunca uygulanan Ohal'de kulak kesen, sorgusuz sualsiz işkencehanelerde insanları parçalarına ayıran, binlerce faili meçhule ve işkence olayına imza atmış olan Jitem'in, özel harekatın modern hali bugün çözümün anahtarı olarak karşımıza getiriliyor.
Akan kanı durdurmakla görevli olan siyasi iktidar, daha fazla kan akıtarak her şeyi çözebileceğini düşünüyor. Ancak, bu memlekette 30 yıldır uygulanan inkar-şiddet-kan siyasetinin hiçbir çözüm getirmediği çok açık. Bugün siyasi iktidarını kuvvetlendirmek için Kürt sorununda daha faşizan ve daha vahşi bir söylem tutturan AKP, bu ülkeyi yeni bir şiddet dalgasının ortasına atıyor. Bizler daha fazla silahla, daha çok kanla, daha fazla tabutla barışın gelmeyeceğini biliyoruz. Bu kanın sona ermesini ve silahların susmasını istiyoruz. Artık bu memleketin çocukları birbirini öldürmesin diyoruz ve bunu sağlamakla görevli olanların da görevlerini yapmaları gerektiğini belirtiyoruz.
Katillerinizi bu ülke haklarının üzerinden çekin artık...

16 Temmuz 2010 Cuma

Faşistlerin ahlakı ve aklı?




10 Temmuz Srebrenica katliamının 15. yıldönümüydü, insanlık tarihinin yüzkaralarından olan bu katliamı kısaca hatırlatmak gerekirse;
http://stalker-21.blogspot.com/2010/07/srebrenitsa-1995-2010.html

Herneyse asıl bahsetmek istediğim konuya geleyim, bu katliamı yapanların faşist olduğu su götürmez bir gerçekken, bizim ülkemizdeki muadilleri Bosna'yı kana çeviren bu faşist köpeklerin sosyalist olduğunu iddia ediyorlar. Kendileri inanıyor mu bilemem, büyük oranda gerizekalı olduklarından dolayı mümkün bu ihtimal. Bu faşist katillerin en bilinenlerinden birisi olan Arkan'a (namı diğer Kaplan Arkan) sahip çıkmaktan hicap duymayanlar da var. Lazio taraftarları, ve Türkiye'de bu katliamı yapanların sosyalistler olduğunu söyleyen tosuncuklarımızın çok büyük kısmı ise Lazio hayranı, tabii bu tosuncuklar lafa geldiğinde bu katliamı lanetlediklerini söylüyor. Maraş'ta, Çorum'da Alevi diye bebekleri ikiye bölen, hamile kadınların karınlarını baltayla parçalayanlar utanmadan Sırp faşist katillerini lanetlediklerini söylüyorlar. E peki aşağıdaki resimde "Kaplan Arkan onurumuzdur" yazan Laziolu faşistleri yere göğe sığdıramamak nedir?

Akıl mı? Akıl ne gezer la faşistte.

13 Temmuz 2010 Salı

Memleket yanıyor

 Ülkenin özellikle doğusunda tırmandırılmaya çalışılan savaş, her alanda bu memleketi ve üzerinde yaşayan halkları yakmaya devam ediyor. Her gün ailesine ulaşan gencecik asker cesetleri, ailesine bile ulaşamadan yok edilen "düşman" gençler derken ülkenin üzerindeki dumanlar iyice koyulaşmış durumda.
Son haftalarda Cudi, Gabar ve Rubarok'ta başlatılan yangınlar da durmadan devam ediyor. TSK'nın aralıksız bombardımanları ve saklanacak alan bırakmamak niyetiyle başlattığı yangınlara bugün de yenileri eklendi. İki hafta önce Cudi Dağı'nda çıkan yangının, yanacak yer kalmayınca kendi kendine sönmesinin ardından, Gabar Dağı'nın uzantısı olan Kilis Dağı bölgesinde askerlerin yaktığı ormanlar ve Şemdinli’nin Rubarok bölgesinde de araziler yanmaya devam ediyor. Köylülerin müdahale etmesine izin verilmeyen bu yangınların ne zaman söneceği ise belirsiz.
Bu ülkede barışı ve insanca yaşamayı isteyen bizler, sorunların silahla-ateşle-yangınla çözülmeyeceğini biliyoruz. Sorunları çözmekle yükümlü olanları da bir an önce bu gerçeğin farkına varmaya ve akan kanı durdurmak için hemen harekete geçmeye çağırıyoruz.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Orta oyunu sürüyor: Anayasanız batsın...

 Anayasa Mahkemesi, AKP'nin 12 Eylül anayasasına yaptığı makyajın küçük bir kısmını iptal etti ancak paketin özünde bir değişim olmadı. Zaten Anayasa Mahkemesinin yapacağı düzeltmeden nasıl bir hayır gelir o da ayrı tartışma konusu. Bu hayatta tek derdi, laik-kemalist burjuva devletin varlığını devam ettirmek olanların, kendilerinin cumhuriyetle kazandıkları ayrıcalıklı konumu kaybetmemek kaygısıyla yaşayanların bize bir hayrı olmayacağı muhakkak.
Onlar; anayasada işçiler lehine hiçbir düzeltme yapılmamasıyla, memura grevli toplu sözleşme hakkı tanınmamasıyla, Kürt sorununu ve savaş ortamını ortadan kaldıracak düzenlemeler yapılmamasıyla, örgütlenme özgürlüğünün sağlanmamasıyla, siyasi partiler kanununda değişiklik ya da seçim barajının düşürülmesi konusunda hiçbir şey yapılmamasıyla ilgilenmiyorlar. İlgilendikleri tek şey, yoksulların teriyle-kanıyla ayakta kalan devletin laik olup olmaması.
AKP ise revize ettiği 12 Eylül anayasasıyla sınıfsal karakterini zaten ortaya koymuş durumda. Daha önce yazdığımız gibi, "İşçi ve memurlar için grevli toplu sözleşme; yok...Örgütlenme özgürlüğünü sağlayacak düzenlemeler; yok...Siyasi partiler kanununda bir değişiklik, barajın kaldırılmasına dair bir düzenleme; yok...
12 Eylül anayasasının özü yine korunuyor, işçi sınıfı için değişen bir şey yok, Kürt sorununda akan kanı durduracak bir irade yok. Yapılmak istenen şey; demokratlık maskesi altında darbe anayasasını restore etmek ve daha güçlü bir hale getirmektir."
Biz bu durumda, "Bu da ileri bir adım, bu değişikliğe evet demeliyiz" diyenlerin safında değiliz. Cunta anayasasının özü kuvvetlendirilirken, halk anayasa değişiyor-demokratlaşıyor masalıyla kandırılıyorken kimse bizden evet dememizi beklemesin. Umudumuz, ulusalcılar gibi Anayasa Mahkemesi'nde falan olmadığı için hayal kırıklığı da yaşamıyoruz. Bu tahtıravallinin bir ucundaki kemalistlerle diğer ucundaki AKP'lilerin Kürt sorununun kanla çözülmesinde, işçi düşmanlığında, savaşta, sömürüde nasıl da kardeş olduklarını gördükçe durduğumuz yerin doğruluğundan da emin oluyoruz. Safımız emekçilerin safıdır, isteyen ulusalcıların, isteyen islamcıların peşine takılsın, biz yola koyulduk geliyoruz... 

6 Temmuz 2010 Salı

Kana Doymuyorlar...

 Yan taraftaki gazete kupürü, 3 Temmuz 2010 tarihli ZAMAN gazetesinden. Madımak'ta provakasyon olmuş diyor utanmazlar, bununla da yetinmiyorlar otelde bir "yangın çıktığını" yazıyorlar, kimse yakmamış yani 35 canımızı.
Biz bu adamları tanıyoruz, hem de çok yakından tanıyoruz. Sivas'tan, Maraş'tan, Çorum'dan, Gazi'den tanıyoruz. Devletlerinin sadık katilleri olarak döktükleri kandan tanıyoruz. Almanya'ya, Fransa'ya kaçırılıp yaşadıkları o hayatları biliyoruz.
Bizden tarihi fazla kurcalamamamızı, üzeri örtülmüş cinayetleri yeniden hatırlatıp toplumsal "barış"ı zedelemememizi istiyorlar ya, dünkü yazısında Yıldırım Türker çok güzel özetliyor aslında durumu;
Linç tehdidiyle sürdürdükleri sıkıyönetimin adıdır, barış.
Haydi tekrarlayalım: Biz katliamcıyla, işkenceciyle, darbeciyle barışmak istemiyoruz.