16 Ocak 2011 Pazar

Rosa bir kartaldı ve kartal olarak kalacak.

Tarihte en fazla hedefe konulmuş kişi herhalde Rosa Luxemburg'dur, çünkü o kadındı, Yahudiydi ve komünistti. Normalde birisini zayıflatması gereken bu özellikleri onu daha da güçlendiriyordu. Üstüne üstelik aşıktı da, kavganın en sert zamanlarında bile aşkını gözardı etmeden sosyalizm kavgasına devam etti, bütün insalcıllığıyla, bütün ömrünü yoldaşı Karl Liebknecht ile kapitalizmle, yurtseverlik ve milliyetçilikle mücadeleye adadı. Birinci paylaşım savaşında sosyal demokratların büyük kısmı gözleri dönmüş şekilde yurtseverlik nidalarıyla kendi ülkelerinin burjuvazisinin çıkarları için başka ülkelerinin emekçilerinin öldürülmesini desteklerken, onlar Lenin ve Troçki gibi az sayıda komünistle birlikte buna karşı çıktılar.

Savaşa karşı oluşu yüzünden hapise de düştü, hapisteyken yoldaşı Sonja Liebknecht'e yazdığı mektup içinin bütün güzelliğini gösteriyordu:
“Soniçka, manda derisinin kalınlığı ve sağlamlığı özdeyişlere geçmiştir, düşün artık, derisi yarılmıştı. Yük boşaltılırken hayvanlar yorgunluktan bitkin, hiç kıpırdamadan duruyorlardı ve biri, kanayan, bütün bu süre içinde o kara suratında ve yumuşacık kara gözlerinde ağlayan bir çocuk ifadesiyle önüne bakıyordu. Bu gerçekten de tam olarak, şiddetli bir şekilde cezalandırılmış, üstelik nedenini niçinini anlayamamış, zulüm ve işkenceden nasıl kaçacağını bilemeyen bir çocuğun ifadesiydi. Hayvanın karşısında duruyordum, bana baktı. Gözlerimden yaşlar boşanıyordu. Akıttığım yaşlar, onun gözyaşlarıydı. İnsan, ancak canı kardeşinin kederi karşısında, benim bu sessiz ıstırap karşısında çaresizlik içinde titrediğim kadar acıyla titrer.
Romanya’nın özgür, bereketli, yemyeşil otlakları ne kadar uzak, nasıl sonsuza dek yitirilmiş. Ne kadar farklıydı güneşin ışıltısı, rüzgârın esişi; ne kadar farklıydı kuşların güzelim cıvıltıları, çobanların şarkılı çağrıları. Buradaysa; bu tuhaf, sevimsiz şehirde; boğucu bir ahırda, çürümüş samanla karışık küflü, kusturucu otlar, tuhaf, korkunç insanlar, ve dayak, taze yaradan akan kan.....
Ah! Zavallı mandam! Benim zavallı canım kardeşim! İkimiz de burada öyle güçsüz, öyle hevessiz duruyoruz; ancak acıda, güçsüzlükte ve özlemde ortağız.”

Onun fikirlerini elbette hapisde geçirdiği zaman da teslim alamadı, 15 Ocak 1919'da Alman Sosyal Demokrat hükümetinin emriyle katledildi yoldaşı Karl Liebknecht ile beraber. Liebknecht ensesinden vuruldu ağır yaralı olarak kurtulan Liebknecht daha sonra kuruşuna dizilerek katledildi. Rosa ise dipçiklenerek öldürüldü ve su kanalına atıldı. Cinayetler sonrası yapılan açıklama ise ülkemizde de sık sık duyduğumuz gibiydi "kaçarken vuruldular".

Yoldaşları Lev Troçki'nin arkalarından yaptığı konuşma bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor:
"...... Çok ağır bir darbe yedik. Fakat yine de, gelecekten sadece umutlu değil eminiz. Bugün Almanya’da gerici bir dalga yükseliyor olmasına rağmen, kızıl Ekimin orada da yakın olduğuna inancımızı bir an bile kaybetmiyoruz. Bu büyük savaşçılar boşuna ölmediler. Ölümlerinin intikamı alınacak. Onların ruhları, haklarını alacak. Aziz ruhlarına seslenerek diyebiliriz ki: “Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg, sizler artık yaşamıyorsunuz, fakat aramızdasınız; güçlü varlığınızı hissediyoruz; sizin açtığınız bayrağın altında savaşmaya devam edeceğiz; mücadele saflarımızı sizin manevi heybetiniz kaplayacak! Dostumuz ve silah arkadaşımız Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht! Gün gelir ve devrim bunu gerektirirse, sizin canınızı verdiğiniz aynı bayrak altında, gözümüzü kırpmadan öleceğimize her birimiz söz veriyoruz!”

Troçkinin dediği gibi ölmeyi de Rosa'nın dediği gibi yaşamayı da bileceğiz.
“Soniçka, canımın içi, her şeye rağmen huzurlu ve neşeli olmaya bak. Hayat bu; onu cesaretle, yiğitçe ve gülümseyerek yaşamalıyız.... Her şeye rağmen.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder