23 Ocak 2011 Pazar

Kırık Kalpli Liberaller


Son iki gündür basında bir haber var. Tevatüre göre, AKP önümüzdeki seçimler için Elazığ'dan Mehmet Ağar'ı aday gösterecek. Ağar'a teklifin yapıldığı, kendisinin de bu duruma sıcak baktığı gelen haberler arasında. Kurdeleyi keserler mi, güzel güzel anlaşırlar mı bilemeyiz ama bu haber karşısında AKP'ye uzun süreden beri destek veren, destek vermek bir yana parti militanı gibi can siperane savunmaya geçen liberallerin ve yetmez ama evetçi solcuların ne diyeceğini çok merak ediyorum.

Liberallerle, liberal solcular AKP'ye desteklerini her fırsatta iki gerekçeye dayandırıyorlardı. Bunlardan birincisi, AKP Kürt sorununu çözmeye niyetlenmiş bir partiydi, ikincisi ise Ergenekon davasıyla devlet içindeki çetelerle savaşıyordu. Bu iki cengaverce mücadelesi AKP'yi özgürlükçü ve destek verilmesi gereken bir parti yapıyordu haliyle. Bu destek meselesini abartan bazı Marksistler gazete köşelerinde Tüsiad verileriyle ekonominin iyiye gittiğini, işsizliğin azaldığını, krizin teğer geçtiğini bile söylediler utanmadan.

AKP'nin bir burjuva partisi olarak emek ve işçi düşmanı olduğunu kanıtlamak için örnekler vermeye gerek yok. Durumun böyle olmadığını düşünenler varsa sendikalılandıkları için işten atılan emekçilere, Tekel direnişine, Sinter mücadelesine baksınlar yeter. Çok demokrat AKP'nin öğrenci düşmanı olduğu gerçeği de hafızalarımızda. Dolmabahçe'de polis tekmesiyle bebeğini düşüren kadınlar, Odtü kapısında tonlarca suyla yıkanan öğrenciler, parasız eğitim pankartı açtığı için aylardır hapiste olan ve hakkında 15 sene istenen gençler görülmeyecek cinsten değil. İktidar partisinin çevre düşmanı olduğu, yapılması için kendisini parçaladığı HES'lerden, Aliinoi gibi tarih ve kültür hazinelerini gözünü kırpmadan yok etmesinden malumumuz. Demokrasi kahramanı AKP'nin eşcinsellere bakışı zaten Aliye Kavaf'ın sözleriyle sabit "Bu hastalıktan kurtulmalıyız" Memurları ne kadar sevdikleri verdikleri %0.5 zamdan, esnafı ne kadar sevdikleri ekonomik krizle kapanan binlerce dükkandan zaten belli..Ee ne kaldı liberallerimiz ve müthiş solcularımızın elinde: Kürt sorununu çözecek olan parti, Ergenekonla mücadele eden parti.

Kürt sorununu çözecek olan partinin sicili mükemmel. DTP'nin kapatılması, seçilmiş Kürt siyasetçilerin KCK davasıyla hapiste süründürülmesi, taş atan Kürt bebelerinin onlarca yılla yargılanması, seçim barajının inatla düşürülmemesi, Kürt dilinin bilinmeyen bir dil olarak adlandırılması, en son Mutki'de bulunan toplu mezarlar hakkında hükümetten kimsenin ağzını açmaması ve daha niceleri. İşte size Kürt sorununu çözecek olan demokrat AKP'nin Kürt meselesiyle imtihanı.

Ergenekon davasıyla çetelerle savaşan AKP'nin buradaki sicili de harika. Memleketin kan gölüne döndüğü yılları Ergenekon'un üzerine yıkan parti, nedense o yılların asker olmayan devlet görevlilerinin hiçbirisini yargılamıyor. Tansu Çiller'e gel bakalım sen buraya demiyor, Mehmet Ağar'a anlat demiyor, Süleyman Demirel'e konuş demiyor. O yıllarda yaşanan tüm vahşetlerde emir verici konumunda olan insanların hiçbiri yargılanmıyor ama hükümet çetelerle mücadele ediyor. Peki nasıl yapıyor bunu? Heralde Mehmet Ağar'ı parti genel merkezinde ağırlayarak, milletvekili seçtirerek, parti rozetini yakasına takarak yapmayı planlıyor.

Bu bahsedilen Mehmet Ağar transferi gerçekleşmese de, Cemil Çiçek, Abdulkadir Aksu gibi adamlar AKP'nin yöneticileriyken, Mehmet Ağar'ın da aynı partiden milletvekili olması bizi şaşırtmaz. Çünkü biz biliyoruz ki, bu adamların hepsinin tarihi de, tıyneti de aynı. Devlet adına kurşun atan bu şerefli insanların AKP çatısı altında toplanması ancak liberalleri şaşırtır. Artık AKP'nin kendileriyle işi kalmadığını anladıkça kendilerini aldatılan sevgililer gibi hissetmeleri normal ve müstahak. Hegemonya mücadelesini kazanan AKP, artık liberallerin toplum mühendisliğine ihtiyaç duymuyor. Yıllarıdır hükümet desteğiyle sözleri ciddiye alınan, cürümlerinin onlarca katı fazlasıyla ekranlarda görünen, her fırsatta bize ve tarihimize küfür eden bu adamlar artık yerlerine oturmalı ve gerçekten mücadele eden insanlara gölge etmemeliler çünkü hükümetleri onların sözleşmelerini feshetti...

16 Ocak 2011 Pazar

Rosa bir kartaldı ve kartal olarak kalacak.

Tarihte en fazla hedefe konulmuş kişi herhalde Rosa Luxemburg'dur, çünkü o kadındı, Yahudiydi ve komünistti. Normalde birisini zayıflatması gereken bu özellikleri onu daha da güçlendiriyordu. Üstüne üstelik aşıktı da, kavganın en sert zamanlarında bile aşkını gözardı etmeden sosyalizm kavgasına devam etti, bütün insalcıllığıyla, bütün ömrünü yoldaşı Karl Liebknecht ile kapitalizmle, yurtseverlik ve milliyetçilikle mücadeleye adadı. Birinci paylaşım savaşında sosyal demokratların büyük kısmı gözleri dönmüş şekilde yurtseverlik nidalarıyla kendi ülkelerinin burjuvazisinin çıkarları için başka ülkelerinin emekçilerinin öldürülmesini desteklerken, onlar Lenin ve Troçki gibi az sayıda komünistle birlikte buna karşı çıktılar.

Savaşa karşı oluşu yüzünden hapise de düştü, hapisteyken yoldaşı Sonja Liebknecht'e yazdığı mektup içinin bütün güzelliğini gösteriyordu:
“Soniçka, manda derisinin kalınlığı ve sağlamlığı özdeyişlere geçmiştir, düşün artık, derisi yarılmıştı. Yük boşaltılırken hayvanlar yorgunluktan bitkin, hiç kıpırdamadan duruyorlardı ve biri, kanayan, bütün bu süre içinde o kara suratında ve yumuşacık kara gözlerinde ağlayan bir çocuk ifadesiyle önüne bakıyordu. Bu gerçekten de tam olarak, şiddetli bir şekilde cezalandırılmış, üstelik nedenini niçinini anlayamamış, zulüm ve işkenceden nasıl kaçacağını bilemeyen bir çocuğun ifadesiydi. Hayvanın karşısında duruyordum, bana baktı. Gözlerimden yaşlar boşanıyordu. Akıttığım yaşlar, onun gözyaşlarıydı. İnsan, ancak canı kardeşinin kederi karşısında, benim bu sessiz ıstırap karşısında çaresizlik içinde titrediğim kadar acıyla titrer.
Romanya’nın özgür, bereketli, yemyeşil otlakları ne kadar uzak, nasıl sonsuza dek yitirilmiş. Ne kadar farklıydı güneşin ışıltısı, rüzgârın esişi; ne kadar farklıydı kuşların güzelim cıvıltıları, çobanların şarkılı çağrıları. Buradaysa; bu tuhaf, sevimsiz şehirde; boğucu bir ahırda, çürümüş samanla karışık küflü, kusturucu otlar, tuhaf, korkunç insanlar, ve dayak, taze yaradan akan kan.....
Ah! Zavallı mandam! Benim zavallı canım kardeşim! İkimiz de burada öyle güçsüz, öyle hevessiz duruyoruz; ancak acıda, güçsüzlükte ve özlemde ortağız.”

Onun fikirlerini elbette hapisde geçirdiği zaman da teslim alamadı, 15 Ocak 1919'da Alman Sosyal Demokrat hükümetinin emriyle katledildi yoldaşı Karl Liebknecht ile beraber. Liebknecht ensesinden vuruldu ağır yaralı olarak kurtulan Liebknecht daha sonra kuruşuna dizilerek katledildi. Rosa ise dipçiklenerek öldürüldü ve su kanalına atıldı. Cinayetler sonrası yapılan açıklama ise ülkemizde de sık sık duyduğumuz gibiydi "kaçarken vuruldular".

Yoldaşları Lev Troçki'nin arkalarından yaptığı konuşma bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor:
"...... Çok ağır bir darbe yedik. Fakat yine de, gelecekten sadece umutlu değil eminiz. Bugün Almanya’da gerici bir dalga yükseliyor olmasına rağmen, kızıl Ekimin orada da yakın olduğuna inancımızı bir an bile kaybetmiyoruz. Bu büyük savaşçılar boşuna ölmediler. Ölümlerinin intikamı alınacak. Onların ruhları, haklarını alacak. Aziz ruhlarına seslenerek diyebiliriz ki: “Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg, sizler artık yaşamıyorsunuz, fakat aramızdasınız; güçlü varlığınızı hissediyoruz; sizin açtığınız bayrağın altında savaşmaya devam edeceğiz; mücadele saflarımızı sizin manevi heybetiniz kaplayacak! Dostumuz ve silah arkadaşımız Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht! Gün gelir ve devrim bunu gerektirirse, sizin canınızı verdiğiniz aynı bayrak altında, gözümüzü kırpmadan öleceğimize her birimiz söz veriyoruz!”

Troçkinin dediği gibi ölmeyi de Rosa'nın dediği gibi yaşamayı da bileceğiz.
“Soniçka, canımın içi, her şeye rağmen huzurlu ve neşeli olmaya bak. Hayat bu; onu cesaretle, yiğitçe ve gülümseyerek yaşamalıyız.... Her şeye rağmen.”

5 Ocak 2011 Çarşamba

Yavşak Basın, Bunu da Yazın


Odtü'de bugün yine polis terörü yaşandı. Öğle saatlerinde A1 kapısında toplanan her siyasetten öğrenci AKP Genel Merkezi önüne yürümek ve taleplerini dile getirmek istiyordu. Eylemin adı Başkaldırıyoruz'du. Yök'e, Akp'ye, Polise başkaldırmak ve biz de buradayız demek için yürüyeceklerdi. Ellerinde pankartları, flamaları, dövizleri ile çıkış kapısına geldiklerinde yaklaşık 500 kişiydiler. Karşılarında ise panzerleriyle, gaz bombalarıyla, tazyikli sularıyla, coplarıyla tam 2200 polis. Öğrencilerin okuldan çıkmasına izin verilmedi. Polis her zaman yaptığı şeyi yaptı, gözü dönmüş biçimde öğrencilere saldırdı, su sıktı, gaz attı ve gençlerin en demokratik hakkını kullanmasını engelledi. Karşılığında da taşlarla karşılaştı. Saldırıya uğrayan, demokratik hakları ellerinden alınan, ıslatılan, gaz yiyen, cop yiyen, konuşmasına izin verilmeyen öğrenciler organize ve devlet eliyle gerçekleşen şiddete taşlarla karşılık verdi.

Buraya kadar her şey normal gibi. Bu ülkede öğrenciye, işçiye, hak arayana dayak atmak, susturmak, kafasını gözünü kırmak zaten bir gelenek. Bu olanların basında yansıma ise kan donduracak cinsten. Bugün bazı haber sitelerinin, haber ajanslarının polis şiddetini, devlet terörünü nasıl haberleştirdiğine bir bakalım;
Polisin üniversitelere müdahalesini protesto etmek için Ak Parti Genel Merkezi'ne yürümek isteyen öğrenciler, polise taş ve sopalarla saldırdı.
Polis barikatını aşmak isteyen öğrencilerin taş ve sopalarla saldırması üzerine polis ekipleri tazyikli suyla müdahalede bulundu. 
...Kampüse kaçan öğrenciler, tekrar toplanarak yürüyüşe geçti. Öğrenciler, burada da polise taş ve sopalı saldırılarını sürdürdü. 


Bunlar sadece birkaç örnek. Kısa bir internet gezintisiyle çok daha fazlasını bulabilirsiniz, dikkat edin saldıran hep öğrenciler olacaktır. Ya da yarın gazetelere bir göz atın. Polis tekmesiyle çocuğunu kaybeden kadının orada ne işi olduğunu sorgulama cüretinde bulunan, öğrencilerin toplantı basmaya geldiğini savunan, gençlerin hastalıklı olduklarını yumurtlayan beyinsiz, yalaka köşe yazarları neler yazacak bir görün. Medya, 4. güç olma özelliği bir yana, hükümeti yalama mekanizmasına dönüşmüş durumda. Kafası kırılan, coplanan, çocuğunu kaybeden, gaz bombaları altında bırakılan, Ankara ayazında tonlarca suyla ıslatılan, yürüme hakkı elinden alınan, söz söyleme özgürlüğü sabote edilen, kesintisiz saldırılarla susturulmaya çalışılan gençler yine suçlu. Onlar şiddet yanlısı, vandal. Hükümetimiz mi? İleri demokrasi kahramanı elbette, insan hakları savunucusu, demokrasinin yılmaz neferi.....