15 Aralık 2010 Çarşamba

Cop Demokrasisi


Hiç söylemedik, söylemeye de gerek duymadık. Ama şimdi söylüyoruz. AKP demokrat değil ve hiç bir zaman da olmadı. Buna inananlar, özellikle de işçi sınıfı hareketi içerisinde olanlar var mıydı bilmiyoruz ama son yaşananlar tartışmaya gerek kalmadan gösterdi AKP’nin demokrasi anlayışını. Cop demokrasisi ya da coplu demokrasi.

Mağdur değiliz. Mağduru oynamıyoruz. Bazı AKP yandaşı gazetecilerinin dediği gibi ne işiniz var oralarda sorularına ya da Nazlı Ilıcak gibi eyleme gidiyorsan bunları göze alacaksın türü açıklamalarına yanıt vermek durumunda değiliz. Bu duruma da şaşırmadık. Polisten hiçbir zaman başka bir şey beklemedik. Yıllardır yaptığımız eylemlere polis saldırır, gözaltına alır, savcılığa çıkar ya tutuklanır ya da serbest bırakılırız. Ama eylemleri yaparken sığındığımız bir ilkemiz var. Meşruluk. Meşruyuz çünkü bu ülkenin emekçilerinin, öğrencilerinin, ezilenlerin taleplerini haykırmak için alanlardayız. Gaz bombalı, coplu ya da tazikli sulu ya da onlarsız.

Başbakan, çalışma ofisi olarak kullandığı sarayda üniversite rektörleriyle buluştu, üniversite rektörlerine isteklerini sıraladı. Azıcık da olsa onları dinledi. Fakat üniversitenin asıl bileşenleri olan gençlerin söyleyeceklerini doğal olarak dinlemedi. Çünkü ideolojik grupları dinleme gibi bir derdi olmadığını açıklamıştı. Herkes bu ülkede ideolojisiz. Sadece eylem yapanlar ideolojik. Ama başka ideolojinin bekçisi olanlar saldırdı, dövdü, kırdı. Bu kez o kadar ileri gittiler ki burjuva medya günah çıkarma durumunda kaldı. Yandaş medya ise eylemci gençleri kadrolu eylemci ilan etti, polis bültenlerinin bir kelimesine itiraz etmeden. Polisten aldıkları resimleri kullanıp gençleri hedef göstermekten geri durmadı. Üniversite gençliğinin talepleri dışarıda bırakılarak olay orantılı gücün orantısızlığı boyutuna indirgendi.

Ardından anayasa uzmanı olarak geçinen Burhan Kuzu yumurtalardan nasibini aldı. O kadar sinirlendi ki rektörün ve dekanın istifasını istedi. Biliyoruz ki pek yakında utanmadan kendilerine karşı olanların da iktidarı olarak tüm Türkiye yurttaşlarını kucaklayacaklarını söyleyecekler. Ama karşıtsan yinede istifa et. Kamunun her alanında olduğu gibi!

Köprüyü Geçene Kadar

İktidarları döneminde YÖK’ün uygulamalarından rahatsız olduklarını, YÖK’ü kaldıracaklarını beyan ettiler durdular. Hatta Yeni Şafak ve bilumum gazeteleri rektörlük seçimlerinde daha önceki cumhurbaşkanının atamalarını eleştirip dururdu. Gül cumhurbaşkanı oldu, kaçıncı sırada seçilen rektörleri atadığı hepimizin malumu, küçük bir internet araştırması yeter. YÖK mü dediniz? İktidar kendilerinde, kendi başkanlarını atadılar, sorunsuz olarak üniversiteleri yönetiyorlar. Gerek kaldı mı onlar için YÖK’ü kaldırmaya. Adı değişir, şekli değişir ama zihniyet durur. YÖK’ü protesto eden gençler üniversitelere alınmaz, soruşturulurken YÖK türban için düzenlemeler yapılsın diye üniversite rektörlerine yazı yazar, bireysel özgürlüklerden bahseder.

Üniversiteler o kadar demokratiktir ki jandarmadan arındırılmıştır. Özel güvenlik birimlerinin insafına terk edilmiş, sivil polisler genel kültürlerine yenilerine eklemekte, robokoplar ise kapıda kafa patlatacak öğrenci avındadır. Üniversiteden şikayetçiyiz, bilimselliğini, ya da paralı eğitim uygulamalarından geçtik net iki talep ileri sürüyoruz. YÖK kaldırılsın, polis ve özel güvenlik birimleri üniversiteden çekilsin.

Düzen burjuva düzeni. Düzenden şikâyet etmene gerek yok, aykırı bir ses çıkar yeter. Aşağılanma, tehdit, hakaret. Yetmedi mi, gözaltı ve tutuklanmalar, olmadı Ergenekon. Çıkar istersen sesini. Hemen hizmetlileri sevdikleri kudretli iktidarlarını aklama peşinde. Mehmet Metiner diye bir gazeteci var. Polisin şiddetini ilk başta onaylamamış.fakat polis üzerinden iktidarın yıpratılmasına çok içerlenmiş, çünkü Türkiye Cumhuriyeti hiç olmadığa kadar demokratikmiş. Sonra polisler kendilerine görüntü göndermişler, gençler polise saldırıyor. Ağzından salyalar saçarak nasıl laflar ediyor televizyon ekranlarında, inanılmaz. Gazeteci dediğin tırnak içinde tarafsız olur. Yok böyle bir şey. Polislere saldırılmış, canı yanan polis saldırmış. Aslında sevinilecek bir açıklama. 30 kadar genç ellerinde yeşil Genç-Sen bayrağı ve plastik boru. Nasıl dar ediyor meydanı polislere. Tıpkı daha önceki eylemlerde söylediğimiz gibi kaskları da başlarına dar gele. En deneyimli polis ne hale geliyor ve Metiner bu duruma ağlıyor. Bu gazeteci paçavralarına daha fazlaları eklendi. Burada bahsetmiyoruz. Seviyoruz onları. Ne olmamak gerektiğini gösteriyorlar. Ama herhalde zamanında şeker yerine cop yalamışlar.

Yök, Polis, Medya; Bu Abluka Dağıtılacak

Geleceğimiz ipotek altındadır. Üniversiteli gençliğe ve bir bütün olarak gençliğe karşı dayatılan saldırı politikaları Bologna süreci olarak bilinen eğitimin özelleştirilmesinin bir sonucudur. Gençliğin ayrı bir kategorik örgütlenme olarak bu sorunlarla baş edebilmesi oldukça zordur ve bunun için mücadelenin sınıfsal karakteri ön plana çıkarılarak işçi sınıfı hareketinin talepleri ile birleştirilmelidir. Sınıf atlama, refah içinde bir hayat kurma, ailesi emekçi olan gençler için artık bir hayaldir. Gençliğin yaşadığı sorunlar toplumdan ayrı yaşanan sorunlar değildir. Geleceksizleştirme, güvencesiz çalışma, işsizlik ve kamu hizmetinin her alanının özelleştirilmesi sorunu, beslenme barınma ve ulaşım. Tüm bunlar yaşadığımız ortak sorunlarımızdır. Karşı karşıya olduğumuz sorunlar etrafında bir araya gelmek, eylem yapmak söz ve eylem örgütlemek en doğal hakkımız ve bu hakkı kullanmak için AKP demokrasisinden icazet beklemeyeceğiz.

Emekçilerin özgür üniversitesi için mücadelede kararlı olacağız. Mağdur değiliz, taleplerimizi savunuyoruz ve haklıyız. Emekçi çocuklarına karşılıksız burs, harçların kaldırılması mücadelemizin temel şiarlarıdır. Kaynağı da gösterelim; tüm eğitim masrafları kapitalistlerden alınan ek vergilerle karşılansın. "Eğitimde fırsat eşitliği" safsatasına karşı emekçilere eğitimde önceliği savunan taraftır tarafımız. Tarafımız sermayenin ücretli kölelik düzeninin, kirli savaşın, kokuşmuş burjuva yaşam tarzının, soyguncuların, talancıların, burjuva eğitimin ve burjuva üniversitelerinin karşısındadır. Ne YÖK ne de herhangi bir kurum. Üniversiteleri, üniversitenin bileşenleri yönetsin.

Bandista’nın çağrısı:

Tüm bunlar yaşanırken AKP demokrasisinin peşine takılanlara en güzel yanıtı Bandista verdi. 11 Aralık 2010 Cumartesi günü gerçekleştirilen An Gelir – Ahmet Kaya – Onsuz On Yıl etkinliğine katılmayarak. ‘Üniversiteler bizimdir, bizimle özgürleşecek’ diyerek haykıran kardeşlerimizi dayaktan geçirenler ve kolluk kuvvetlerinin bu tavrını “eli sopalı gençle görüşmeyiz” beyanıyla destekleyenlerle aynı yerde bulunmayacağız. Şarkılarımız onların kanlı ellerini yıkamak için değildir açıklamasında bulunarak.

Bandista’nın tavrı hepimizin tercümanı olmuştur. Ne şarkılarımızı ne şiirlerimizi AKP’ye ve diğerlerine bırakmayacağız. AKP zihniyeti yeni ortaya çıkmamıştır. Bu adamlar o zaman da vardılar, bakandılar, valilerdi, bürokrattı, belediye başkanıydı ve çıkıp bir laf etmediler. Şimdi ise değişen Türkiye ve demokrasi nutukları atıyorlar. Engin Çeber ölmemiş gibi, 19 Aralık katliamının sorumluları yargılanmış, Kenan Evren’in adı okullardan silinmiş ve Erdal Eren’in adı yaşatılıyormuş gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder