19 Aralık 2010 Pazar

Vahşetleri Korkularındandır




Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson
İnci dişli, zenci kardeşim,
Kartal kanatlı kanaryam.
Türkülerimizi söyletmiyorlar bize,
Korkuyorlar Robson
Şafaktan korkuyorlar,
Görmekten,
Duymaktan,
Dokunmaktan korkuyorlar
Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
Sizin de bir Ferhatınız vardır elbet
Robson, adı ne
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar
Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
Ne iskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli
Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine
Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar ümitten
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizden korkuyorlar.

Nazım Hikmet RAN


Politik tutsakların bulunduğu cezaevleri her iktidar için tehlikelidir. Çünkü onların niyeti cezalandırmaktan ziyade çok korktukları fikirleri yoketmektir. Latin Amerikada devrimci tutsaklara yapılanlar da, ağzından salyalar akıtarak bizim ülkenin "demokratlarının" bayılarak bahsettikleri Avrupa demokrasisinde de bu farklı değil. İngilterede cesaretin tarihini yeniden yazan IRA ve INLA militanları da, Almanyanın hücrelerinde katlettiği yiğit RAF militanları da, burjuva demokrasilerinin korkularının karşısında cesaretin ne olduğunu gösterdiler.

Ülkemizde de durum farklı değil elbette, sayısı daha fazla sadece, 12 Ağustos 1978'de askerlerin kontrolünde cezaevine saldıran faşistler, 12 Eylül sonrası başta Diyarbakır, Mamak ve Metris olmak üzere her türlü vahşi uygulamanın yapıldığı cezaevleri, 84 Ölüm oruçları, onlarca devrimcinin katledilmesiyle sonuçlanan Ümraniye, Buca, Diyarbakır ve Ulucanlar katliamları, 1996 ölüm oruçları. Ve nihayetinde böyle bir tarihe konabilecek en kanlı noktayı koyan Hayata Dönüş katliamı.

Aslında şaşıracak birşey yok, dışarıyı teslim almak için ilk önce içeriyi teslim almaya çalışırlar hep. Doğrusuyla, yanlışıyla ama herşeyden önce asla teslim alınamayan cesaretleriyle bir mücadele tarihi var bu topraklarda. 88 Tuzla katliamıyla başlayıp, sokak infazları, işkenceler, gözaltında kayıplar, kitle gösterilerine saldırıları ve ev baskınlarıyla yapılmış bir tarih ancak böyle bir vahşetle taçlandırılabilirdi.

Tam 10 yıl önce bugün, devrimcilerin tutsak olduğu cezaevlerine korkularından meydana gelen devasa bir hınçla ve nefretleriyle girdiler. Diyanete ölüm orucunun "günah" olduğu fetvasını verdirerek, medyaya yalan haberleri hazırlatarak, şehir merkezlerini devasa açıkhava cezaevlerine çevirerek girdiler. Karşılarındaki çelik iradeli ama savunmasız tutsaklara, kimyasal gazlarla/sıvılarla, ağır silahlarla saldırdılar. 2'si asker (bu iki askerin de jandarmaların silahından çıkan mermilerle öldüğü kanıtlandı) 32 kişinin ölümü ve takip eden süreçte toplam 122 devimcinin ölmesi ve yüzlercesinin sakat kalmasıyla sonuçlandı bu süreç.

O günlerden hatırımızda kalan sadece tutsakların direnci değil, adını Oltan Sungurlu, Şevket Kazan'ın yanına devrimcilerin kanıyla yazdıran Hikmet Sami Türk, daha sonra AKP'li Cemil Çiçek'den devlet üstün hizmet madalyası alan ve Abdullah Gül tarafından HSYK'ya kontenjandan atanan Ali Suat Ertosun, iğrençleşmenin sınırı olmadığını kanıtlayan Türkiye medyası, ve o zaman suspus olmuş ve utangaç bir şekilde destek veren şimdinin yandaş medyası.

2000 yılında katliamı meşrulaştıranlar şimdi özür diliyor, o tarihte korkudan kafasını gösteremeyenler şimdi utanmadan diğerlerini suçluyor. Tekirdağ F tipi başta olmak üzere bütün F tiplerinde vahşet devam ederken bunu görmemek için başlarını kuma gömenler bize demokrasi dersi veriyorlar. Hiç zahmet etmesinler, çünkü biz elbet dostumuzu da düşmanımızı da biliyoruz.





Birer birer, biner biner ölürüz
Yana yana, döne döne geliriz
Biz dostu’da düşmanıda bilriz
Vurulup düşenler darda kalmasın

Çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı
Çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum
Ve kederin
Ve solgun yüzlü işçilerin üzerine
Dağ başlarının hırçınlığı savruluyor benden
Çünkü beni ateşiyle dimdik tutan kin
Çünkü benim gözbebeklerimde tutuşan şafak
Miting afişleri cesur pankartlar
Ve binlerce militan
Derin denizlerin aydınlığı
Zorlu sabahlar
Gökyüzü ve lale
Sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata

Çünkü ben sevdigim kızı
Yaşamak gibi halkım gibi sevdiğim kızı ki şiirini yazamayan
Ve türküsünü söyleyemeyen halkım gibi
Binlerce ve binlerce kurşunlanan halkım gibi
Zincire vurulan
Şavaşlara yollanan
Vergilere bağlanan halkım gibi

Felç olmuş yalnızlıklara bırakarak
Büyük acıların ve göz yaşlarının içine bırakarak
Şiirlerimin bir bıçak gibi ışıldadığı
Devrim türkülerini
Ve baş kaldırmayı öğreten dudaklarını
Bir kere olsun öpmeden
Bir kere olsun tutamadan kaygısızca
Serin bir yaz gecesi gibi ürperen ellerini
Hatta boynunu ve ayak bileklerini
Bilemeden , Bilemeden, Bilemeden
Vurdum yüreğimi şanlı kavgaya
Barışın ve özgürlügün dağlarına yürüyorum işte
Yiğitsen uslandır beni
Ey yasakların, kahpeliğin
Ve soygunların koruyucusu
Türkü çağıran kızlarımı sustur
Ve kahraman oğullarımı mezar kaza kaza kederli, kızgın
Tohum serpe serpe hünerli
Ve sömürüle sömürüle bomboş
Ve açlığın ve zulmün izlerini
Derin uçurumlarında taşıyan ellerimi
Naçaklara ve tırpanlara sarılan ellerimi
Mavzerlere sarılan ellerimi
Zincirlere vur gücün yeterse
Ama adına yaşamak dersen
Re-zil-ce

Çatlayan tomurcuğun
Doğan çocugunü çığlığını duymadan
Gül benizli sevgilinin
Titreyen gögüslerini öpmeden doyasıya
Korka korka, yana yana
Hergün biraz daha derinden
Hergün biraz daha kapkara duyarak ölümü
Aç ve arkasız
Köpekleşerek yaşamak dersen
Bu yürek
Çat diye çatlasın be

Kirsiz passız
Arı duru özümüz
Namussuza kanlı hançer sözümüz
Çok uzaktır dostlar bizim yolumuz
Durana yürüyene bin selam olsun.

Gel gelelim parlayan güneşi
Emekçi kalkların
Kahraman halkların güneşini
Şehvetle içine dolduran toprak
Şimdi sımsıcak şimdi ulaşılmaz
Şimdi olgun meyvalarla dolu
Bahar bahçelerini sarmaktadır dünyaya
Ve gülbenizli sevgilinin dudaklarında hayat
Bizi aşka ve kavgaya çağırmaktadır
Bıçak kemiğe dayandıgı
Ok yaydan fırladığı için degil
Bu bezirgan saltanatı
Bu zulüm bitsin diye
Ağaran günler için
Yeni bir dünya uğruna
Yüzlerinde cesaretin onuru
Ve imanlı gücü döğüşen dünyanın
Ve ölüme
Gülerek koşan genç savaşçıların
Albayrakları dalgalansın
Dalgalansın, dalgalansın
Kinle boğuşan yorgun yüregi
Aydınlansın diye anamın
Dişleri sökülmüş kederli ağzı
Ağlamaya hazır gözleri
Safrası, ve sonsuz dağları eriten sabrı
Merhameti
Yani bir bütün halinde insanlığımız
Yunsun arısın diye durgun pınarlarda
Alınterinin namusu kurtulsun diye
Kurtulsun diye sıcak somun
Acı soğan ve çiçekli basmalar
Ahdettik, vefaettik
Kelle koyduk
Ölen ölür dostlar
Düşmanlar heyy
Kalan sağlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder