1 Aralık 2010 Çarşamba

Gündeme Dair Kısa Kısa



Emperyalistler Anlaşamıyor
Önce Güney Kore’nin başkenti Seul’de, ardından Portekiz’in başkenti Lizbon’da iki önemli zirve gerçekleştirildi. 12 Kasım’da gelişmiş 20(G-20) olarak bilinen ülkelerin devlet başkanları ekonomik krizden kurtuluş yolu olarak gördükleri kura müdahale kapsamında bir araya geldiler. Fakat zirve sonucunda bir uzlaşma yaşanmadı. Özellikle ihracat ve düşük kur üzerindeki tartışmalar ABD, Çin ve Almanya arasında yaşandı. Türkiye’den başbakanın katıldığı zirvede tek kabul edilen IMF’nin daha güçlü bir hale gelmesi için sermayesinin 374 milyar dolardan 750 milyar dolara yükseltilmesi oldu. Bu zirvelerin toplanma amacı, dünya pazarının küresel sermayeye açılması için önündeki engellerin kaldırılması ve emek karşıtı politikalar konusunda uzlaşarak uygulamaya koymaktır. Emekçilerin bu zirvelerden kendilerine yarar bir sonuç beklentisi içine girmelerine ya da ulusal gurur adına “bakın biz de burada temsil edildik” gibi boş böbürlenmelerine gerek yoktur. Dünya işçi sınıfının daha fazla sömürüsü için var olan bu kurumlardan ve diğer tüm uluslararası finans birliği paktlarından çıkılması emekçilerin yükseltmesi gereken talep olmalıdır.
Nato’dan Çıkılsın
G 20 zirvesinin hemen ardından yapılan NATO zirvesine damgasını vuran ise  füze kalkanı projesi oldu. İki kutuplu dünya sisteminde kendisine düşman olarak eski SSCB ve uydusundaki ülkeleri gören NATO, şimdi kendine yeni düşmanlar yaratıyor. Düşman olarak geçen ülkelerin adının yer almaması Türkiye’nin müdahalesinin sonucu olarak görülüp AKP ve yandaşları tarafından önemli bir zafer olarak sunulsa da, Fransa devlet başkanı düşmanın kim olduğunu “bizde kediye kedi derler” diyerek Ortadoğu’yu işaret etti. Sonuçta ülke adı geçmese de herkesin kabulü tehdidin Asya kıtasından gelecek olmasıdır. Türk medyasında ve burjuva siyasetinde gündem NATO’nun bölge halkına getireceği yıkım ve savaşlar değil, füze kalkanı projesinde komutanın kimde olacağıydı. Tabii ki komutanın kimde olduğu bellidir, İncirlik’ten kalkarak Irak ve Afganistan halkının üzerine yağdırılan bombaları kim komuta ediyorsa, komuta sahibi de o olacaktır. Zirveye tam kadro katılan Türkiye sonuçta NATO’nun ileri karakol olma işlevini sürdürmüştür ve bunu bir kez daha tasdik ettirmiştir. Dünya halklarına ölüm getirmekten başka bir anlamı olmayan NATO’ dan bir an önce çıkılmalıdır. Emperyalist yatırımları korumakla sorumlu NATO sadece burjuvazinin çıkarlarını korumakla mesuldür. NATO ve BM kapsamında çeşitli görevler yapan birlikler derhal ülke içine çekilmelidir. Halklar arasında savaş ve çatışma çıkarmaktan başka bir amacı olmayan NATO’nun üsleri kapatılmalıdır. NATO ya da herhangi bir uluslararası gücün dünyanın herhangi ülkesine yönelik askeri ve sivil müdahalesinin karşısındayız.
Avrupa İşçi Sınıfı Ayaklanıyor
Emperyalist ülke burjuvazileri için yeni tehdit daha güçlü bir şekilde belirmeye başladı. Dünyanın geri kalan ülke halklarını gözünden çıkarmış olan emperyalistler, içinden geçmiş oldukları bu kapitalizmin en derin krizinden çıkmış değil. Üstelik krizden çıkmak için birbirleriyle rekabet edip arkasından dolanırken, rekabet gücünü korumak ve krizden çıkmak için kendi işçi sınıflarına karşıda bir saldırı yürütüyor. Sağlık ve eğitim alanın tamamen özelleştirilmesi sürecini, ücretlerdeki düşüş ve artan sayılardaki işsiz işçiler takip ediyor. Üstelik çalışma koşulları ve sosyal güvenlik sistemi daha da ağırlaştırılıyor. Ama bu kez başta Avrupa işçi sınıfı olmak üzere büyük itirazlar geliştiriliyor. Fransa’da emeklilik yaşının 60 tan 62’ye çekilmesine yönelik başlayan direnci ülkenin dört bir tarafına yayılan grevler takip etti. Benzer süreçler İspanya, Portekiz, İtalya’da da yaşanmakta. Üniversite eğitiminin paralı hale getirilmesi olarak algılanan ve öğrencileri bankaların kredilerine tuksak eden harçların üç kat artırılmasına karşı İngiliz gençliği seferber olmuş durumda. Bu seferberliğe geleceklerinin ipoteklenmiş olduğunun farkında olan lise öğrencileri de katılıyor. İngiltere’deki öğrencileri takip eden İtalyan gençliği üniversitelerde bütçe kısıtlaması ve özelleştirmeye imkan tanıyan reform tasarısına karşı "Aslanlar gladyatörlere karşı" yazılı pankartlar açarak Colessium ve Pisa Kulesi'ni işgal etti.
Tüm bu önlemler AB’nin ve Euro’nun da geleceğini etkileyen krizden çıkmak için uygulanan tasarruf planlarının sonucudur. Yunanistan Kasım ayı ortasında tasarruf planını açıkladı. Sağlığa ve güvenliğe ayrılan bütçe kesilecek, emekli ücretleri düşürülecek. IMF’den aldığı 110 milyar Euro’luk yardımın karşılığında diyet olarak 4 adet Airbus uçağı olmak üzere adalarda yer alan kumarhane işleten şirketlerin hisselerini satıyor. Yine bu plan kapsamında yedi askeri hastaneyi kapatırken, Atina havalimanını, Savunma şirketi Hellenic Defence Systems’i demiryolu operatörü Trainoise, madencilik şirketi Larko ve Gaz şirketi DEPA’yı özelleştirecek. İflasın eşiğinde olan İrlanda da benzer bir paket açıkladı: sosyal devlet, kamu çalışanları, asgari ücret ve emeklilik gibi alanlarda kesintiler, vergi artışı Bu planları sadece Yunanistan ve İrlanda uygulamakla kalmayacak; krizden çıkmak için tüm AB ve etkilenen ülkeler uygulayacak. İrlandalı emekçiler bu kemer sıkma planlarına karşı sokaklarda, Yunanistan emekçileri bu planlara karşı yeni bir grev dalgası örgütlenmeye hazırlanıyor. Kasım ayı içinde Avrupa çapında genel grevlere tanık olduk. Fakat Avrupa işçi sendikaları birliği(ETUC) bürokrasisi bu grevi Avrupa birliği genelinde uygulamaktan kaçınıyor.
Tüm bu yaşanan gelişmeler kapitalistlerin mantığını ülke adı fark etmeksizin gösteriyor. Emekçilere saldırmak. Kriz kapitalizmin krizidir ve sorumlusu emekçiler değildir. Fakat her ekonomik kriz durumunda rahatlıkla başarılan krizin ve işsizliğin nedenlerini göçmen işçilere atmak oluyor ve bu da milliyetçiliğin Avrupa işçi sınıfı ve gençliği arasında yükselişi sonucunu üretiyor. Ekonomik kriz ve işsizlik gösterilerek Avrupa’da yaratılan yabancı düşmanlığının krizi çözmeyeceği; krizi çözecek olan tutumun emekçilerin tüm kıta çapında sergileyeceği ortak duruştur. Avrupa çapında bir genel grev.
Sendika Bürokrasisi İşçilere Saldırıyor
Avrupa’da bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’de sendika bürokrasisi uğursuz rolünü oynamaya devam ediyor. Tekel direnişini sonlandıran, işçileri evlerine geri döndüren Tek- Gıda İş bürokrasisi ve başkanı Mustafa Türkel, İstanbul’da Tekel işçilerinin mücadelesinin 1. Yıldönümü öncesinde Levent’te direniş çadırı kuran işçilere saldırdı. Tekel işçilerinin sürdürdükleri mücadele her Pazar akşamı Galatasaray meydanından Taksime yapılan yürüyüşle sürüyor. Tekel işçilerinin güvencesizliğe ve 4-C’ye karşı sürdürdükleri bu mücadelenin yanında olmayı sürdüreceğiz. Referandumun kabul edilmesi ardından sendikal özgürlüklerin daha kolay yaşam bulacağını düşünenler yanılmaya devam ediyor.  Sendikalı oldukları için işçiler işten atılmaya devam ediyor. Mersin’de kurulu bulunan Akdeniz Çivi Fabrikası işçileri Birleşik-Metal İş’e üye oldukları için işten çıkarıldı. Çıkarılan işçiler ve destek veren sınıf kardeşlerinin CHP işgali işçilerin gözaltına alınmalarıyla sonuçlandı ve işçiler işlerine geri dönemedi. Patron CHP üyesiydi ve CHP genel başkanı partisinin her konuşmasında taşeronlaştırmaya karşı çıkıp işçilerin örgütlenmesinden yana olduğunu söylüyordu. Bünyesinde yüzlerce patron ve mütahit barındıran CHP bu yüzden işçi sınıfının sorunlarını çözemez. Yine CHP’li Buca belediyesi 6 emekçiyi işten çıkardı. Üstelik direnen işçilerden Batigül Tunç bayrağı Türkan Albayrak’tan devraldığını söylüyordu. Türkan Albayrak da sendikalı olduğu için işten atılmış kararlı mücadelesi ile işine geri dönen Türkan Albayrak’ı CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu direniş alanında ziyaret etmişti.

AKP’nin İşçi Düşmanlığı
AKP hükümeti de boş durmuyor. Referandumun sendikal özgürlükleri getireceği noktasında seçim kampanyası yapan AKP referandumun hemen ardından emekçilerin örgütlenme özgürlüğünden ne kadar uzakta olduklarını ve sermayenin temsilcisi olarak bunu gerçekten istemediklerini göstermiş oldular. Taşeronlaştırmaya devam ediyor, sendikal özgürlükler yerine sendikalı oldukları için işten atmalara devam ediyor. Hükümet sendikalara el atıyor, etki altına aldığı sendika bürokrasileri ile mücadeleleri etkisiz kılıyor, sendikal rekabeti iş yerlerine taşıyor. Sendika bürokrasileri de sendikal rekabet dolayısıyla birbirleriyle uğraşmaktan hükümetle uğraşmayı, işçinin taleplerini dillendirmekten geri düşüyor. ÇAY-KUR ve Kardemir Karabük’te yaşananlar budur. İktidar yandaş sendikasını kullanarak işçileri kendi politikalarına yedekliyor. Oysa bizim dillendirdiğimiz talep sendikaların devletten ve iktidardan bağımsız örgütler olmasıdır. Bunun için mücadele etmeliyiz. Sendika önündeki kotaların düşürülmesi ve örgütsüz sendikasız bir işçi kalmayana kadar mücadeleye devam etmeliyiz.
Sağlığın özelleştirilmesi planı kapsamında aile hekimliği uygulamaya sokuldu. Bu sayede tüm sağlık ocakları kaldırılıp özel hastanelere ve sigorta şirketlerine sağlık hizmeti piyasasından yaralanmaları için pay sağlanıyor, hastane zincirleri ile sağlık çalışanları iş güvencesinden yoksun olarak çalıştırılıyor ve hastalar piyasanın kurallarının insafına terk ediliyor. Eğitimde f@tih projesi ile seçim yatırımı yaparken AKP hükümeti 300 bin öğretmen açığını görmezden geliniyor.24 KASIM dolayısıyla öğretmenlere güzel sözler söylerken, ücretli öğretmen çalıştırılmasıyla bizzat devlet güvencesiz-sigortasız çalışmanın uygulayıcısı haline gelerek öğretmen adaylarını güvencesizliğe mahkum bırakıyor.
İşçiler Birleşin
Geçen yıl 25 Kasım grev ile yukarı doğru ivmelenen sınıf hareketi ne yazık ki, Avrupa emekçilerin vermiş olduğu mücadeleden oldukça uzak durumda. Fakat ısrarla işçi sınıfına ve gücüne güvenmekten başka bir seçeneğimiz yok. Sınıfının ortak mücadelesinin başarılması noktasında tüm işçi ve emek örgütlerinin bir program etrafında ortaklaştırmak ve bu çabayı uluslararası deneyimlerle birleştirme zorunluluğunu unutmadan bu doğrultuda gerekli olan bir hattın örülmesi doğrultusunda mütevazi bir çabanın parçası olmalıyız. Sendikalarımızı reddetmeden sendikaların içinde yer aldığı bir emek cephesinin hayata geçirilmesinin krizin etkisini tüm dünyada olanca şiddetiyle gösterdiği bu dönemde gerekli olduğunu söylüyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder