7 Aralık 2010 Salı

Cop Yalayıcıları...


Fotoğrafını gördüğünüz bu üç gazeteci müsveddesi, aslında insan müsveddesi, aynı gün yazdıkları yazılarla tıynetlerini bir kez daha ortaya koydular. Gündem, en demokratik hakkını kullanan öğrencilere polisin sille tokat saldırması, hastanelik edene kadar dövmesi, yerlerde sürüklemesi ve doğmamış bir bebeği annesinin karnında öldürmesi. Tüm bunları alt alta koyduğunuzda bile en hafif tabiriyle bir vahşet var ortada. Vandallık bu kadar aleni yapılınca burjuva basın da görmezden gelemedi olanları ve sahibini kızdırmak istemeyen bir edayla usul usul yazdı rezilliği.
Elbette birileri rahatsız olacaktı şanlı türk polisine böylesi insafsızca saldırılmasından. Ne de olsa polis görevini yapmıştı, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde toplumun güvenliğini tehlikeye atan teröristleri etkisiz hale getirmişti. Saldırıya uğrayan şanlı polisimizken, bölücüler yaptıkları haberlerle kolluk kuvvetlerimizi terörist ilan edecekti neredeyse. Birilerinin buna dur demesi gerekliydi ve bu üç cengaver, üç cop yalayıcısı, üç emir kulu, üç gazeteci ve insan müsveddesi görevi seve seve üstüne aldı.
Devrimci Radikal'in genel yayın yönetmeni teşkilattan küçük Eyüp hemen döşendi yazıyı. Polisimiz biraz abartmış olabilirdi ama asıl suçlu elbette öğrencilerdi. Yol kapatıp, arabalara saldırıp, camları indiren onlardı. Doğal olarak demokrasiyi suistimal etmiş ve polisin görevini yapmasına neden olmuşlardı. Eden bulurdu işte. Üstelik demokrasi baharı yaşadığımız şu günlerde, karakollarda insanlar çiçeklerle karşılanırken, işkencenin i'si bile kalmamışken artık bu olacak iş miydi? Fettullah Gülen kadrosundan dükkanın başına geçen sevgili Eyüp, şu işkencenin bittiği masalını bir de Engin Çeber'in ailesine anlatsana sen...
Devrimci Radikal'de ikinci yazıyı da Akif Beki attırıverdi. Öğrenciler oraya demokratik haklarını kullanmaya değil, Dolmabahçe'yi basmaya gelmişlerdi. Polisimiz gerekeni yapmasaydı toplantıyı basıp, ölüme bile neden olabilirlerdi. Ayrıca eylemleri zaten vandallık içeriyordu. Polisi tahrik etmek ve dayak yemek için gelmişlerdi oraya çünkü medyada yer bulmalarının tek yolu buydu. Kendi manyak mazoşist düşüncelerini öğrencilere yapıştırmaktan imtina etmeyen Beki'cik, hala Başbakanlığın fedaisi olduğunu düşünüyordu besbelli. Danışmanlık yaptığı o güzel günleri hasretle anıyor, daha fazla dayak diye çığlık atıyordu köşesinde.
Son yazı ise, kaleminden damlayan kanla ruh hastalığı kategorisinde birinciliği kimseye bırakmayacağını cümle aleme gösteren Mümtazer Türköne'den geldi. Mümtazer eylemci öğrencilere patolojik vaka, ruh hastası, marjinal dayak tutkunları olarak hitap ediyordu. Bu hastalıklı öğrenciler eylemlerden önce oturup konuşuyor ve en iyi dayak yeme tekniğini belirleyip polisin kendilerine saldırmasını sağlıyorlardı. Tek yol bu hastaları bir uzmana teslim etmek ve topluma zarar vermelerini engellemek için deli gömleğine sarmaktı. Nerden biliyordu peki Mümtazer bu yazdıklarını? Kendi kuşağında çok görmüştü de ordan. Elinde silah devrimci avlarken tanımıştı bunları, sokak aralarında insanları kurşunlayan politik hareketi sayesinde öğrenmişti hepsini, eline bulaşan kanları şimdi öğrencilerin üstüne sürerek aklanacağını düşünüyordu bu geçmişinden utanması gereken ruh hastası.

İşte bu adamlar 2010 yılının Türkiye demokrasisi göstergeleri. Hepsi iktidarla oldukça yakın ilişkiler kurmuş, bu ilişkileriyle toplumda düşünce adamı etiketine nail olmuş, memlekete demokrasi getiren AKP'nin kanaat önderleri. Bu adamlar için doğmamış bir bebeğin polis tekmeleriyle anne karnında öldürülmesinin bir sakıncası yok. İşkence edilmesinin, yerlerde sürüklenmenin, hapislere atılmanın, vurulmanın bir önemi yok. Bu adamlar işte memleketi burjuva demokrasisine geçiren taşları döşüyor. Uyanın artık, uyanın ve bakın etrafınıza. Okuldan atılan öğrencileri, sokaklara atılan işçileri, işkencede ölen Enginleri, anne karnında öldürülen yavruları görün ve bana memlekete demokrasi geldiğini anlatın bir kez daha yüzünüz kızarmadan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder