13 Mayıs 2012 Pazar

"Ben Ölmedim Ölmeyeceğim"


Ben Ölmedim Ölmeyeceğim... Böyle söyler Ahmet Kaya “Sıcak Saklayın Gecelerimi” şarkısında. Sanki öldükten sonra başına gelecekleri bilirmiş gibi.

Neredeyse bütün hayatı boyuncaTürkiye’deki  iktidarların düşman olarak gördüğü Ahmet Kaya bundan hiç gocunmamıştı. Öldükten seneler sonra iktidar ve onların elinde rehine liberaller tarafından sahiplenildiğini görse bundan hiç memnun olmayacağını tahmin etmek de bu nedenle hiçbirimiz için zor olmasa gerek.

Geçen yıl, 10. Ölüm yıldönümünde mevcut iktidarın tüm aygıtları (hükümeti, muhalefeti, yancısı, yandaşı) onu sahiplenirken en ufak bir utanç dahi göstermediler. O meşum gecede ortalığı provoke edenler, korkudan masaların altına saklananlar, sonrasında Kaya’yı hedef gösterenler ve hedef gösterilmesine ses çıkarmayanlar, tek bir ağız olup birbirlerini suçladılar veya “konjonktür” gereği özür dilediler.

AKP iktidarı ve çevresi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde yeni albümünde Kürtçe şarkı okuyacağını söylediği için linçe uğrayan Ahmet Kaya’yı sahiplenirken, mahkeme tutanaklarına Kürtçe halen “bilinmeyen bir dil” olarak geçmekteydi. Ahmet Kaya ise bunlar için seneler önce sözünü söylemişti zaten.

“Eli böğründe analardan,
Mahpuslardan ve acılardan Çokça bahsediyorum,
çünkü;
Başını kumda saklayanlardan
Tiksindim, başkaldırıyorum!”

Başkaldırıyorum şarkısında istemediklerinin hepsi başına geldi desek yeridir.
AYNI DALDAYDIK

Halbuki Ahmet Kaya yaşarken, aynı dalda olduğu çevreler belliydi. Çok uzakta öyle bir yer’in olduğuna, o yerlerde mutlulukların olduğuna inanıp bunun için dövüşenler, bir gün Abisine sarılacağına umudunu yitirmeyenler, Tezgahtar Nebahat’in kader ortakları, mavi otobüslere binenlerle aynı daldaydı. Aynı daldan düşüp ayrıldığımız da oldu, sanırım 96’ydı. Neredeyse bütün sol çevreler birdenbire Ahmet Kaya’ya küstü, esasında çok da içimize sindirememiştik bu “protest” tavrını, pesimistliğini, örgütsüzlüğünü. Hepimiz gizli gizli dinledik, ama birbirimize demedik. Sevmiyorduk Ahmet Kaya’yı, aslında “ o sıralar” sevdiğimizden utanıyorduk. O gece üzerine çatal-bıçak yağarken, rüzgar nereye eserse oradan yayın yapan “haberciler” ve medya soytarıları O’nu linç ederken ise ne kadar çok sevdiğimizi fark ettik yeniden. Geçici Ayrılık’tı bizimkisi. Sonra olanlar hepimizin aklında, şimdi “mağdur” rolü oynayan yaygın (yandaş) medya neredeyse her gün yeni bir yalanla/hakaretle linçi artırdı. O ise sustu; “Acı çektim günlerce, acı çektim susarak, şu kısacık konuklukta, deprem kargaşasında”. Sonunda saat 4’de yağmurlarla sürgüne gitmek zorunda kaldı. Yine de kurtulamadı muktedirlerin nefretinden. Ve birgün ölüm haberi geldi. Göğsümüz daraldı, yüreğimiz yandı, olmasaydı sonumuz böyle.

Öldükten seneler sonra, şimdilerde tarihi yeniden yazanlar birdenbire sahiplendiler O’nu. Tam istedikleri gibi bir figürdü çünkü. Türkiye’de yaşayan insanların çok büyük kısmının bildiği, hayatının bir noktasında bir şekilde iz bırakan, hiçbir örgütün tamamen sahiplenemeyeceği.

Ama şunu bilsinler, “Saçlarına yıldız düşen anneler”, darbe zamanı yataklarının altına saklanıp, kendi diktatörlüklerini demokrasi olarak pazarlayanların değil, Necdet Adalı’nın, İlyas Has’ın anneleridir. Ahmet Kaya da iktidarın her türlü çabasına ve utanmazlığına inat hep bizim ağabeyimiz, kardeşimiz, oğlumuz, dostumuz ve yoldaşımız olarak kalacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder