31 Mayıs 2010 Pazartesi

Katil olan halklar değil devletlerdir / Faşizme geçit yok...

 Katil ve korsan İsrail devleti bir kez daha kan döktü. Dünyanın birçok yerinden gelen ve Gazze'deki ablukaya rağmen Filistin halkına insani yardım taşıyan sivillere, uluslararası sularda saldıran İsrail devleti, şimdilik 19 insanı öldürdü, onlarcasını da yaraladı.
İsrail devleti, Yahudilerin yaşadığı büyük felaketin ardından korsan bir biçimde Filistin topraklarında kurulduğu günden beri faşist ideolojisiyle tüm Ortadoğu halklarına kan kusturuyor. Hitler'in zulmüden en çok çekenlerden olan Yahudiler, bu zulümleri unutmuşçasına davranıyor ve siyonist devletleriyle dünyada anti semitizmin yükselmesine neden oluyor. Bugüne kadar yalnızca Filistin halkına karşı işledikleri insanlık suçlarını saymak bile sayfalar dolusu yazıya neden olur.
Dün sivil gemilere gerçekleştirilen saldırı da bu halkaya bir yenisini ekledi. Bu katliam üzerinden tüm dünyada tepkiler yükseliyor. Ancak özellikle Türkiye'de görülen bir gerçek var, o da bu tepkilerin Hitler'in haklı olduğunu iddia edecek kadar insanlık dışı boyutlara varmış olduğu. Din kardeşliği üzerinden İsrail düşmanlığı yaratan İslamcı kitleler, alenen faşizmi yükseltiyorlar. İş, Yahudilerin iğrenç insanlar olduğunu iddia etmeye kadar varıyor. Memleketin İslamcısı-faşisti, elbirliğiyle yeni bir 6-7 Eylül provası yaparcasına sokaklarda bayrak yakıp, taşlayacak Yahudi evi arıyor. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Filistin kamplarında eğitim alırken öldürecek devrimci arayan, CIA-MOSSAD eliyle büyütülen-kollanan Abdurrahman Dilipak ve türevi adamlar, bugün çıkıp timsah gözyaşlarıyla Filistin için ağlama yüssüzlüğünü bile gösteriyor.
Bu noktada çok dikkatli olmak gerekir. Unutulmamalıdır ki, katil olan halklar değil devletlerdir. Ve her devlet, en az İsrail kadar katildir. Siyonist İsrail devletinin yıkılmasını ve Ortadoğu halklarının laik-demokratik-ırkçı olmayan bir Filistin devletinde yaşamasını isterken; İslamcılar ve faşistler gibi anti semitizm rüzgarına kapılmamak ve uyanık olmak gerekir. Bizler, halkların değil devletlerin düşmanıyız. Ve insanlığın yanında yer alan her dinden, dilden, ırktan, cinsiyetten, yaştan insanı da faşizme karşı mücadeleye çağırıyoruz.

Tanklara karşı taş, özgür Filistin kazanacak...

Kaymakam mısın Mit misin?

30 Mayıs 2010 Pazar

Dikkat, kuduz köpek var!

 Ankara, Bahçelievler'de yedi Türkiye İşçi Partili genci faşist katil Abdullah Çatlı ve itlerden oluşan ekibiyle katleden Haluk Kırcı bugün tahliye edildi. 1978'deki katliamın ardından 7 kez idam cezası alan, ancak yatarı 70 yıla indirilen, ardından 36 yıl ceza uygun görülen Kırcı, 1991'de 1 cinayet işlemiş gibi yapılan hesap sebebiyle mahkumiyetinin 10. yılında tahliye edilmişti. 1996'da yakalanan katil, bu kez de nezaretten kaçırılmış ve 1999'daki Susurluk kazası sonrası yakalanıp 4 yıl ile cezalandırılmıştı. Yanlış tahliye kararları, devlet tarafından bir türlü bulunamaması vs. derken, Haluk Kırcı 7 pırıl pırıl genci öldürmenin cezasını 20 yıl bile içeride yatmadan ödemiş oldu ve aramıza karıştı.
Şimdi ağzındaki salyalarla aramızda dolaşıyor. Onu koruyacak yüksek mevkii sahibi abileri vasıtasıyla yaşamının geri kalanını padişah gibi geçireceği muhakkak. Bu devletin adaleti, hukuku, vicdanı bu işte. Biz sizi tanıyoruz, katliamlarınızdan, yitirdiğimiz canların acılarından, ağzınızdaki salyalardan tanıyoruz. Buradan tanımayanları da uyarıyoruz; dikkatli olun, aramızda bir kuduz köpek daha var artık...

Öldürülenler kardeşimizdir

Türkiye'de nefret suçları işlenmeye devam ediliyor. Dün, Kurtuluş'ta gündüz vakti bir transseksüel boğazı kesilerek öldürüldü. Sistematik biçimde ayrımcılığa maruz kalan, toplum tarafından dışlanan, devlet tarafından şiddet yoluyla ortadan kaldırılmaya çalışılan, fuhuşa zorlanan travesti ve transseksüeller; artık sokak ortalarında rahatça öldürülebiliyor.


Aileden sorumlu devlet bakanının eşcinselliği hastalık olarak nitelediği bir ülkede, devlet de nefret suçlarını ve ayrımcılığı önlemek yerine daha da kışkırtmaktan öte bir işlev görmüyor. Toplumda ayrımcılığı önlemekle, vatandaşlarının can güvenliğini sağlamakla yükümlü olan devlet acilen görevini yerine getirmelidir. Öldürülenler kardeşimizdir...

YÖK YOK oluncaya dek sürecek bu mücadele!!


Üniversitelerde terör estiilmeye devam ediliyor, taşra üniversitelerde ve büyük şehirlerde faşistlerin güçlü olduğu üniversitelerde faşist saldırılar, polis (jandarma, ÖGB) saldırıları ve soruşturma terörü. Faşistlerin saldıramadığı yerlerde polis saldırısı ve soruşturma terörü olarak devam ediyor. Bu sene en yoğun saldırı altında ise Hacettepe Üniversitesi varç Sene başında (Ekim ayında) ÖGB saldırısına karşılık veren Hacettepe üniversitesi öğrencileri, joplu, gaz bombalı, biber gazlı saldırı sonrası gözaltına alınmışlardı. Ve cezaları da final dönemi öncesi vererek öğrencileri iki sefer cezalandırmış oldu. Haberin metni şu şekilde:

Hacettepe rektörlüğü 6 öğrenciye birer dönem uzaklaştırma, bir öğrenciye iki dönem uzaklaştırma verip; son sınıftaki bir öğrenciyi de okuldan attı. Bu cezaları öğrencilere tebliğ etmeyerek öğrencisine verdiği değeri gösteren rektörlük; Tekel işçisine destek vermekten, halay çekmekten, fakülte önünde çalgı çalmaktan, şarkı söylemekten, 8 Mart'ı kutlamaktan ve daha bir sürü komik sebepten öğrencilere soruşturma açmıştı.

Bir kez daha söylüyoruz. YILDIRAMAYACAKSINIZ.

25 Mayıs 2010 Salı

Satılmış sendikanın paralı köpekleri

 Türk-İş denilen sarı sendika tarafından satılan TEKEL işçilerinin, sendika ağalarına karşı haklı öfkesi dinmiyor. Önce İstanbul'da Türk-İş şubesini işgal eden ve satılmış sendika bürokratlarının gerçek yüzlerini afişe eden işçiler, daha sonra aynı eylemi Ankara'da, Adana'da da gerçekleştirerek, kendilerini satan sendikayı teşhir etmeyi sürdürdü.
Şubat ayında, 26 Mayıs'a gün kesen ve genel grev yapılacağını ilan eden 4 konfederasyon; geçtiğimiz hafta geri adım atmış ve genel grev yapılmayacağını açıklamıştı. Kesk'in ve Disk'in bu geri adımda payının olması elbette üzücü ve sol içinde tartışılması gereken bir hareket. Ancak TEKEL işçilerinin örgütlü olduğu Türk-İş'in doğrudan kendi işçilerini satması ve her zaman söylediğimiz gibi sarı sendika olduğunu kanıtlaması işçilerde muazzam bir öfke yarattı. TEKEL direnişi devam ederken bile AKP ile yaptığı pazarlıklar neticesinde işçilere sırtını dönen Türk-İş bürokratları, şimdi kulakları iyice çekilmiş olacak ki genel grev kararını da erteleyerek işçi sınıfını bir kez daha sattı.
Bugün Ankara'daki Türk-İş genel merkezinden gelen bir haber ise tahammül edilebilecek gibi değil. Genel merkeze giden ve sendika ağalarını teşhir etmeye hazırlanan işçilere polisler ve sendikanın güvenlik görevlileri tarafından saldırıda bulunuldu ve işçiler göz altına alındı. Polisin tavrı her zamanki alışık olduğumuz tavır ve devletin çıkarlarını korumakla yükümlü olduğu burjuvazinin şiddetiyle işçilere saldırıyorlar. Ancak işçilerin aidatlarıyla maaşı ödenen Özel Güvenlikçi köpekler ve onları işçilerin üzerine salan patronları... Siz artık sınırı aştınız. Sınıf, sizden hesabı soracaktır. Oturduğunuz o koltuklar başınıza geçirilirken, ayaklarınızın dibinde oturan köpekleriniz de kuyruklarını bacaklarının arasına kıstıracak. İşçi sınıfı haklı mücadelesinde her ne pahasına olursa olsun kazanacak. Yola koyulduk, geliyoruz...  

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Halaydan sonra ne yapıyoruz Kemalim?

 CHP'de bayrak değişimi tamamlandı ve çok sevilen tabirle Gandi Kemal, Deniz Baykal'ın yerine partinin başına geçiverdi. Listesinde de Baykal'dan yalnızca 4 ismi tutan Kılıçdaroğlu, partinin statükoculuktan vazgeçip sosyal demokrat bir kimlik kazanacağı umutlarını da artırdı.
Uzun yıllardır beyaz Türklerin partisi olan CHP'nin başına Dersimli bir Kürdün geçmesi elbette sevindirici. Lakin Gandi'nin Dersimliliğinin de, Kürtlüğünün de folklorik bir öğe olmaktan öte anlamı yok. Hatırlarsınız CHP'nin kadrolu faşistlerinden Onur Öymen'in Dersim katliamını alkışlayan konuşmasını önce yermiş, bir gün sonra ise özür dilemek zorunda kalmıştı. Kurultaydaki konuşmalarından da, Kürt sorunu gibi temel bir konuda Baykal'dan farklı düşünmediği ve aynı vizyonsuzluğa, çözümsüzlüğe sahip olduğu ortaya çıktı.
İnsanları umutlandıran nokta ise Kılıçdaroğlu'nun siyasetini laiklik, cumhuriyet değerleri, ülkenin bölünmez bütünlüğü gibi kavramlar üzerine değil; açlık, sefalet, işçi hakları gibi söylemler üzerine kurma ihtimali. Yani bu memlekette ortanın solunda olarak tanımlanan bir partinin sosyal demokrat siyaset yürütme ihtimali bile heyecan yaratıyor, düşünün içinde bulunduğumuz durumu.
CHP kongresinde "Faşizme karşı omuz omuza" sloganları duymak elbette güzel oldu lakin orada bulunan kalabalıklar gibi Kılıçdaroğlu'nun "Devrimci" olduğunu falan düşünecek durumda değiliz. Express dergisinin bu sayısında yer alan bir anektod durumu açıklıyor aslında; Direnişteki itfaiye işçilerinin yanına giden Kılıçdaroğlu işçi haklarından, emekten bahsedip belediyeye geçirirke, direnişteki bir işçi soruyor "Peki CHP'nin elinde bulunan İzmir belediyesinde işten atılan Kent AŞ işçileri?", Kılıçdaroğlu'nun cevabı manidar "Hadi halay çekelim".
Merkez siyasette olası bir sola kaymanın sosyalist sol adına da faydalı olacağı muhakkak. Ancak bu havayı kendi lehimize döndürmek elbette bizim elimizde. Düzen partilerinin gerçek yüzlerini işçilere göstermek, onların sorunlarının tek muhatabının biz olduğunu anlatabilmek görevimiz. Kılıçdaroğlu'na sorulacak ilk sorumuz da şudur; "Halaydan sonra ne yapıyoruz"....

21 Mayıs 2010 Cuma

Özgürlük, Eşitlik, Mülkiyet ve Bentham




Burada egemen olan yalnızca, Özgürlük, Eşitlik, Mülkiyet ve Bentham'dır.

Özgürlüktür, çünkü, metanın, diyelim emek-gücünün hem alıcısı hem satıcısı yalnızca kendi serbest iradelerinin etkisi altındadırlar. Serbest taraflar olarak sözleşme yaparlar ve vardıkları anlaşma, ortak iradelerinin yasal ifadesinden başka bir şey değildir.

Eşitliktir, çünkü birbirleriyle basit meta sahipleri olarak ilişki içine girerler ve eşdeğeri eşdeğerle değişirler.

Mülkiyettir, çünkü taraflar, kendi malı olan şeyler üzerinde tasarrufta bulunur.


Ve Bentham'dır, çünkü ... herkes yalnız kendini düşünür, kimse geri kalana kulak asmaz ... ve takdiri ilahi ile hepsi de herkesin mutluluğu ve yararı adına, kendi karşılıklı çıkarları adına elbirliği ile çalışır.

Marx böyle yazmıştır Kapital'in birinci cildinde, son paragrafta yazan kısıma dikkat edelim "herkes yalnız kendini düşünür, kimse geri kalana kulak asmaz". Zonguldakta ölen işçiler içinde böyle oldu.

Herkes kendi meşrebince yorumladı. İş kazası deyince aklına sahnede vücudunu teşhir eden mankenlerin, şarkıcıların göt çatalının gözükmesi, memelerinin meydana çıkması gelen burjuva basın için manşet bile olmadı.

Tekel işçilerini yetim hakkı yemekle suçlayan RTE ise "kader" dedi. Çünkü kapitalizmde işçilerin kaderinde hep ölüm var. Tekstil işçileri için de, tersane işçileri için de, maden işçileri için de. Kendisine ise yanıtı Nazım uzun seneler önce vermişti;

«Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.»
Hayır,
gelecek günler için
gökten âyet inmedi bize.
Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize.
Bir şarkı istiyorum
zaferden sonrasına dair.

«Kim bilir belki yarın...»

Bakalım o zaman da kader diyebilecek mi?

20 Mayıs 2010 Perşembe

Haykır acını proleterya, baş eğme haykır!


Zonguldak'ta göçük altında kalan işçilerin cesetlerine ulaşıldı. Denetlenmeyen ocaklarda, sendikasız, güvencesiz, 3 kuruş paraya ölüme gönderilen işçiler, aile çadırını ziyarete giden Başbakan'ın umurunda bile olmadı tabii ki. Dedi ki RTE; "Bu ölümler bu mesleğin kaderinde var" , "Bu işe giren kardeşlerimiz sonunda ne olduğunu zaten bilerek giriyor" , "Kadere karşı durulmaz"...
Bunları söyleyen adam bu memleketin başbakanı. Yani önlemleri alması gereken, vatandaşın malından ve canından sorumlu olan kişi. Ama ölen 30 işçi onun elbette ki umurunda değil. Onun sınıf çıkarları gereği işçi düşmanı olması, emek düşmanı olması ve bunu açıkça söylemesi doğal. Burada doğal olmayan bizim bu ölümler karşısında yaşadığımız kahreden suskunluk.
Ölümleri kader gibi kabullenmek değil yapacağımız. Daha fazla kar hırsının, işçi düşmanı politikaların, kapitalizmin bizi her gün ölüme sürüklediğini ve bunun kaçınılmaz bir kader olmadığını bilmek ve mücadele etmek. Başka yolu yok bunun.


Ey halk, parçala şu nankör suskunluğunu
Baş kaldır artık
Sevginin ve öfkenin uğultusunu
Bağrına vura vura taşırken sana
Karşılık gözetmiyor o gencecik insanlar
Ne barbarın tehdidi, ne dişleri kıran elektrik
Dalga dalga yayılan o rüzgarı durdurabilir...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Birkez daha haykır! polisler katildir...















Muğlada kürt yurtseverlerine saldıran faşitlere karşı dururken, polisin müdahalesi ve kurşunu ile ağır yaralanan Şerzan Kurt yaşamını yitirdi. Bu olay bize bir kez daha aynı şeyi göstermiş oldu. Şimdi susma! Birkez daha haykır polisler katildir...

18 Mayıs 2010 Salı

Tayland Direniyor


Yanıbaşımızda Yunanistan yanarken, dünyanın öbür ucunda ise Tayland alevler içinde. Darbe hükümetine karşı ülkenin dört bir yanından Kırmızı gömlekliler (kızıllar) başkent Bangkok'a yığıldı, düne kadar 37 kişi katledildi. Kızıllar çekilmeyi reddetti. Bu sabah (19 Mayıs) ise ordu çok kapsamlı bir şekilde saldırıya geçti. Ama bilmiyorlar mı örgütlü halk yenilmez. Eğer bilmiyorlarsa da öğrenmeleri çok yakındır.

...yaşamak dersen bu yürek çat diye çatlasın ulan...


Zonguldak'ta yaşanan göçük faciasının üzerinden 24 saat geçti. 30 işçi ve 2 mühendis, toplamda 32 proleter yerin 540 metre altında yaşam savaşı veriyor. Allahsız kapitalistlerin daha fazla kar hırsı yine ciğerleri dağlıyor. Sendikasız, güvencesiz çalıştırılan, taşeronun eline terk edilen, 3 kuruş parayla ev geçindirmeye çalışan, devletin-boyalı basının zerre umrunda olmayan ve zincirlerinden başka kaybedecek tek şeyleri canları olan işçiler saniye saniye ölüme gidiyor.
Sermaye medyası elbette kör-sağır-dilsiz. Devlet bakanı, olası ölülerin ailelerine hazineden 5 bin lira para verileceğini söyleyecek kadar utanmaz. Ve bizler, bu facianın 2-3 gün içinde unutulacağını, maden ocaklarının yine denetlenmeyeceğini, ocak sahiplerinin 10 bin lira ceza ve 2 ay hapisle yırtacağını bilmenin çaresizliğiyle baş başayız.
Bir kez daha görüyoruz ki, kapitalizm öldürüyor ve işçilerin zincirlerinden başka kaybedecek yalnızca canları var. Bu gidişi, bu vicdansızlığı, bu hayvanca düzeni, köleliği durdurmak bizim elimizde. Ey canlı canlı tabutlara girmek istemeyenler, ey anasını-babasını 3 kuruş maaş peşinde toprağa gömmek istemeyenler, 15 saat çalışıp da gece aç yatmanın hak olmadığını bilenler, her gün ölümlere yollanan işçiler, köylüler, öğrenciler, kadınlar, erkekler...Birleşin. Birleşin ve yürüyün bu insanlıktan çıkmışların üzerine. Kaybedecek neyimiz var!

17 Mayıs 2010 Pazartesi

İşçiler Cennete Gider


Zonguldakta maden göçüğü oldu. 32 işçi 10 saatten uzun süredir halen göçük altında. Burjuva basını kör, dilsiz, sağır. Çünkü biliyorlar ki çok değil 1-2 haftaya bu da unutulacak. Hepsi ayrı ayrı hikayelerin kahramanı olan bu işçiler de sadece bir istetistik olacak. Daha doğrusu onlar öyle sanıyor. Çünkü işçiler cennete gider. Koca yürekli Engels'in dediği gibi " Öteki dünya hiç şüphesiz yoksullarındır, bu dünya da er ya da geç onların olacaktır." İşçi sınıfı er ya da geç dünyamızı cennete çevirecek.

Faşistlerin polis abisi tutuklandı

 Muğla üniversitesinde geçen hafta faşistlerle birlikte devrimci öğrencilerin üzerine saldıran ve 21 yaşındaki Şerzan Kurt'u silahla vurarak ağır yaralayan polis memuru Gültekin Şahin tutuklandı.
Muğla'da faşistlerin Gültekin abisi olarak bilinen Şahin, 13 Kasım 2005'te yapılan YÖK karşıtı bir eyleme saldıran köpeklerin arasında da görülmüştü. Gültekin Şahin'in geçen hafta yaşanan saldırılardan sonra evlerine gitmek isteyen devrimci öğrencilerin, güvenlik gerekçesiyle şehrin bir noktasından geçmelerine izin verdiği ve o noktada ikinci faşist saldırının yaşandığı da biliniyordu.

16 Mayıs 2010 Pazar

Ellerinize sağlık


Hacettepe Üniversitesi'nde okuyan arkadaşlarımız çok güzel bir eyleme imza atarak, Serdar Ortaç denilen ne idüğü belirsiz yaratığa haddini bildirdiler. Bahar şenliği sebebiyle üniversitede konser verecek olan mahluk, bir şarkı söyledikten sonra sahneye çatal bıçaklar yağmaya başladı. 1999'daki MGD ödül töreninde Ahmet Kaya'ya karşı düzenlenen lincin baş sorumlularından biri olan Serdar Ortaç, Hacettepeli arkadaşlar tarafından hak ettiği müdahaleyle okuldan defedildi. Buradan Ankara'daki arkadaşlarımıza sesleniyoruz: ellerinize sağlık. Bir söz de Serdar Ortaç denilen yaratığa: her şey daha yeni başlıyor, yola koyulduk geliyoruz...

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Kutlu olsun

15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü kutlu olsun.
Öldürmeyi reddetmek suç değildir...

Faşist terör heryerde


Muğlayla başlayan saldırılar durmak bilmiyor. Esişehir Osmangazi Üniversitesinde, İzmir Ege Üniversitesinde saldırılar olurken, Ankara'da bir DTCF öğrencisi okul çıkışı sokakta kar maskeli faşistlerin saldırısına uğradı, Muğla'da ise bir öğrenci linç girişimine maruz kaldı. 40 yıldır ne zaman yıldırdınız ki şimdi yıldıracaksınız?

13 Mayıs 2010 Perşembe

Gelecekleri çalınanlar, Kapıları kırdılar


Muğla'da olaylar dinmiyor. Burjuva basınına göre halk ile Kürt öğrenciler çatışıyor. Aslında olan 1977'de Serik'de başlamış olan, yaşadıkları yerde Kürt istemeyen faşist güruhun kışkırtmaları. Yani faşist odakların kışkırttığı gerici kitleler ve devrimci/yurtsever öğrenciler arasında gerginlik var. Polisin ise faşist sürünün yanında olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Peki kimdir bu halk ve öğrenciler. Bu pek milliyetçi ülkücü güruh ortaya çıktığından beri hep kendisine düşman buldu, yeri geldi Aleviler oldu, yeri geldi Kürtler, yeri geldi Eşcinseller. Yani doğası gereği kendisinden olmayan herkese düşmandı. Karşısında ise elbette ezilenlerin her zaman yanında olmuş devrimcileri buldu. Çok zaman kuyruklarını kıstırıp kaçtılar. Mahallelerde, kampüslerde vs. Ama 12 Eylül sonrası yükseltilen pop milliyetçilik nedeniyle şimdilerde daha rahatlar. Bu meşhur halk tepkisini tevekkülü yetenler hatırlar, ev baskınlarındaki yargısız infazlar sonrası polisi çılgınca alkışlayanlardır bu halk.

Kısaca bir tarafı tanıdığımıza göre bir de öte tarafa bakalım, Koçgiri'de, Zilan Deresinde, Dersim'de onbinlercesi öldürülen, yüzbinlercesi sürülen, Türkiye tarihinde ilerici darbe diye bize yutturulmaya çalışılan 60 darbesinde aydınları, büyükleri Yozgat'a toplama kampına sürülen, 12 Mart sonrası herkesten fazla baskı gören, 12 Eylül sonrası inanılmaz acılar yaşayan, varlığı reddedilen, 93-95 arası binlercesi sokak ortasında vurulan, gözaltında kaybedilen, milyonlarcası sürülen Kürtler. Vaktinde zorla Batıya sürülen Kürtlerden rahatsız olmuş şimdi batıdakiler. Varsın olsunlar. Faşistler bilsinler ki ne zaman ezilenlere saldırsalar karşılarında yola koyulmuş antifaşistleri bulacaklar.

Darbe anayasası restore edilirken; Çocuk mu kandırıyorsunuz?



AKP hükümetinin revize etmek için canını dişine taktığı 12 eylül anayasası hakkındaki referandumun tarihi açıklandı; 12 Eylül 2010..Bu manalı tarihte sandık başına gidecek ve anayasayı oylayacağız. 1980'de cuntacılar tarafından katliamların, kanın, işkencenin gölgesinde yapılan bu anayasadan yıllardır çekiyoruz. Bu anayasaya dayanarak keyfi gözaltılar, OHAL'ler, cezaevleri, ölümler yıllardır peşimizde. Peki yeni anayasa bize ne vaat ediyor?
Kürt sorununa ilişkin toplumsal barışı sağlayacak bir düzenleme; yok...
İşçi ve memurlar için grevli toplu sözleşme; yok...
Örgütlenme özgürlüğünü sağlayacak düzenlemeler; yok...
Siyasi partiler kanununda bir değişiklik, barajın kaldırılmasına dair bir düzenleme; yok...
12 Eylül anayasasının özü yine korunuyor, işçi sınıfı için değişen bir şey yok, Kürt sorununda akan kanı durduracak bir irade yok. Yapılmak istenen şey; demokratlık maskesi altında anayasayı restore etmek ve daha güçlü bir hale getirmektir. Oysa biz 80 anayasasına tümden karşıyız ve bunun içeriği korunarak ve makyajlanarak karşımıza getirilmiş haliyle de yetinmiyoruz. Sizin maskelerinize inanmıyoruz, hilelerinize kanmıyoruz ve sizden gelecek yalandan demokrasiyi istemiyoruz. Cevabımız net; size ve darbe anayasanıza hayır diyoruz..
Edit:Mevcut anayasadaki geçici 15. maddenin kaldırılacağını ve Kenan Evren ve diğer cuntacıların yargılanmasının önünün açılacağını söyleyenler de var tabi. Lakin bu arkadaşlar şunu atlıyor, 15. madde kaldırılırken anayasaya şöyle bir şerh konuldu; geçmişe dönük olarak işletilemez...Yani 80 cuntacılarını yargılamak gibi bir derdimiz yok, onlar rahat olabilir dendi. Hala da demokrasi falan diyen olursa, darbecilerle hesaplaşılacak falan derlerse, yuh diyorum ben de...

Alayınızı Isıracağız...



Burjuvaların süslü-püslü-cicili-bicili köpekleri sefahat içinde yaşarken, kah kuaförde tüyleri taranırken, kah veterinerde vitaminlerini alırken, o kararını verdi, dursun bu dünya, bitsin bu düzen dedi. Sokaklarda kemik dileneceğime, aşım için direnirim dedi ve harekete geçti.

Kimden mi bahsediyoruz hemen yanıbaşımızdaki Yunanistan’daki ayaklanmalarda safların en önünde tüm devrimcilerle beraber savaşan köpekten yani devrimci köpek kanellos’tan.

Kanellos, belki de bizlere birşeyler söylemek istiyor.

Her geçen gün eğitim, sağlık başta olmak üzere tüm sosyal haklarınız bir bir eriyor;

Kriz bahanesiyle işten atılmalar katlanıyor, maaş kesintileri oluyor, fazla mesaileriniz artıyor, mesai ücretleriniz verilmiyor...

Yeter artık bıkmadınız mı sessiz kalmaktan, söylenenleri kabullenmekten, oturup beklemekten diyor... Yunanistan’daki gibi çıkın sokağa diyor...



Tüm burjuvalara da gaz bombalarının, molotof kokteylerinin arasından sesleniyor:

Akıllı olun, geliyoruz, ALAYINIZI ISIRACAĞIZ...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

3. Köprüye hayır



Biliyorsunuz, İstanbul'a 3. köprü yapılacağı bakanın ağzından açıklandı ve hazırlıklara da başlandı. Garipçe-Poyrazköy arasına yapılacak olan köprünün hedefi, diğer iki köprüdeki ağır vasıta yükünü yok etmek ve trafiği rahatlatmak. Lakin ağır vasıtaların mevcut trafiğin yalnızca yüzde 3'ünü oluşturduğu düşünülünce, bu köprünün bize yutturulmaya çalışılan bu amaca hizmet etmeyeceği aşikar.
Asıl amaç elbette ki RANT. İstanbul'da ağacın kaldığı son yerler olan bölgeye inşaa edilecek bu köprüyle bu alanlar da yapılaşmaya açılacak ve ortaya muazzam bir rant çıkacak. Bu rantı bazı yüksek mevkilerdeki görevliler, onların akrabaları, kan emiciler yiyecek elbette. Bize kalan ise her zamanki gibi felaket olacak. İstanbul'un nefes almasını sağlayan son ağaçlar kesilecek, 15 milyona yaklaşan nüfuslu bu şehir oksijensiz bir bina yığınına dönüştürülecek.
Tüm bunların ışığında, 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu tüm İstanbulluları 15 Mayıs Cumartesi günü saat 13.00’da Taksim Tünel Meydanı’nda yapılacak olan eylemde buluşarak “rant değil yaşam” demeye davet ediyor. Biz orada olacağız. Ormanına, şehrine, dünyasına sahip çıkmak isteyen ve "kar değil insan" diyebilen herkesi bekleriz..

Değişmeyen Hikaye


Yılların değişmeyen olayıdır, solcu öğrencilere saldıran faşistler ve onlar püskürtülünce desteğe gelen polisler. Dün gecenin bir yarısı yine bu işbirliği sahnedeydi. Yer Muğla, önce saldıran faşistler, onlar püskürtülünce ortaya çıkan ve solcuları dağıtan polis, peşinden yeniden saldıran faşistler ve bu sefer silahlarıyla destek veren polis. Neticede 21 yaşındaki bir devrimci öğrenci polisin silahıyla vuruldu ve ağır yaralı olarak hastanede yatıyor. Gözaltına alınanların da solcular olması herhalde kimseyi şaşırtmıyordur. Ne olursa olsun yola koyulan öğrenciler geri dönmeyecek.

11 Mayıs 2010 Salı

Tiyatro devam ederken...(Halkların kardeşliğine dair)



Hrant Dink'in katledilmesinin üzerinden 3 yılı aşkın süre geçti. Katiller devlet yetkilileriyle hatıra fotoğrafları çektirdi, mahkeme girişlerinde yazarları tehdit etti, acılı Dink ailesine yönelttikleri tehditlerin yanında fiziki saldırıya bile yeltendiler. Ama Hrant'ın gerçek katillerini bulmaya yönelik hiçbir çalışma yapılmadı.
Reşit olmayan beyinsiz bir faşist katil, onun reşit olan akıl hocası ve muhpir olduğu söylenen bir diğer it dışında içeride tutuklu sanık dahi kalmadı. Dünkü duruşmada 2 kişi tahliye edildi ve dava artık bir orta oyununa dönmüş haliyle bir duruşmayı daha geride bıraktı. Devlet görevini yerine getirmemeye, katilleri korumaya devam etti ve bundan sonra da edecek gibi duruyor.
Hrant'ın gerçek katilleri ortaya çıkarılmayacak ve bu dava da gözümüzün içine baka baka unutturulacak. Ama biz unutmayacağız. Ellerimiz katillerin yakasında olacak ve bu düzenin yıkılması için verdiğimiz mücadelenin bir diğer tetikleyicisi de, tüm halkların kardeş olarak yaşayacağı dünyaya duyduğumuz özlem olacak.
Rahat uyumuyorsun, biliyoruz kardeşim. Ama merak etme yola koyulduk...

Ne güzel açılıyorsunuz siz?



Şimdi havası sönse de, Kürt açılımı mevzuu uzun bir süre memleket gündemini meşgul etmişti. Faşistler, kemalistler, statükocular bir olmuş ülkenin bölünmek istediğinden dem vuruyor ve bu açılımın bir felaketle sonuçlanacağını savunuyorlardı.
İslamcılar, liberaller ve enteresan "solculardan" bir diğer grupsa açılımın güzelliklerinden bahsedip, buna cesaret eden AKP'yi yere göğe koyamıyordu.
Bu iki acayip grubun arasında kalan bizler ise bu memlekette Kürtlere yapılan zulümlerin bir an önce son bulması gerektiğini, eşit yurttaşlık haklarının tanınması gerektiğini söylüyor ancak bunu AKP gibi bir düzen partisinin asla yapamayacağını söylüyorduk. Nitekim bu süreçte yaşananlar bizi doğruladı. Kürt halkının en büyük siyasi örgütü DTP kapatıldı, halkın oylarıyla seçilmiş Kürt belediye başkanları tutuklandı, 13-14 yaşındaki çocuklar cezaevlerine doldurulmaya devam edildi ve operasyonlar hız kesmeden sürdü.
Bugün ortaya çıkan bir haber, memlekette açılım falan denilen şeyin nasıl bir yalan olduğunu, AKP-CHP-MHP gibi burjuvazinin hizmetindeki partilerin mevzu Kürt sorunu olduğunda nasıl da kardeş olabildiklerini bir kez daha gösterdi. Bakın haber şu;
DTP'nin kapatılmasına karşı bir eyleme katılan ve Dolapdere'de bir grubun saldırısına uğrayan ve vurulan Aslan ile onu hastaneye götüren Doğan hastanede gözaltına alındı. Altı ay tutuklu kalmalarının ardından kabul edilen ve sadece yarım sayfa olan iddianamede 16 yıl hapis cezasına çarptırılmaları istendi.
Şimdi bunun üzerine ne söylesek boş. Ne "açılım yapacağız, demokrasi getireceğiz diyenlerin peşinde koşan aptal özgürlük tutkunları", ne de "aman böler bunlar bizi" korkusuyla statükoya daha da sıkı sarılan dinazorlar..Birbirinizden bir farkınız yok sizin. Ve biz hepinizden tiksiniyoruz...

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Biraz geç kalmadın mı??



Deniz Baykal ortaya çıkan kasedinden sonra an itibariyle istifa ettiğini açıkladı. Kimsenin özel hayatı bizi ilgilendirmiyor ve düdük islamcılar gibi ahlak dersi vermeye de niyetimiz yok. Zira bizim ilgilendiğimiz nokta başka;
Baykal istifa etmek için bu olayı bekledi. Mesela kendi partisinin elinde bulunan Karşıyaka belediyesi Kent AŞ işçilerini kapının önüne koyarken ve geri almam diye tuttururken aklının bir köşesinden istifa geçti mi acaba?
Ya da 13 yaşında cezaevlerini dolduran Kürt çocukları hakkında, teröristler cezalarını çekecek açıklamalarından sonra istifayı düşündü mü?
Veyahut Ergenekon'un avukatıyım diyerek Kerinçsizlere, Veli Küçüklere ve bilimum iğrenç kadın ve adama kefil olduktan sonra istifa ihtimali dolandı mı kafasında?
Örnekler çoğaltılabilir, herkes aklına ilk gelenleri yazsa buradan meclise kadar yol olur. Bizim söyleyeceğimiz nettir; hepiniz bir gün o rahat koltuklarınızı bırakacaksınız. Hem de seve seve. Şimdilik kendi pisliğinizde debelenin...

9 Mayıs 2010 Pazar

İsyanı büyütmek gerek


Öncelikle herkese merhaba. Bizler, yani savaşlardan, sömürüden, sınıflı toplumdan ve kapitalizmin yarattığı tüm felaketlerden tiksinen ve hedefine bu iğrenç sistemi koymuş olan bir grup arkadaş bundan sonra bu adreste yazıyor olacağız. Umalım ki siz de burayı ziyaret edin ve bizimle birlikte yazın.

Bugünlerde dünyanın gündeminde fazlasıyla yer bulan isyan kaçınılmaz olarak bizim de en dikkat kesildiğimiz yer. Yunan kardeşlerimiz IMF-AB'ye, kendi hükümetlerine, kapitalizme karşı günlerdir sokakta. Kapitalizmin krizinin yükünü patronlara değil işçilere yüklemeye çalışan asalaklara inat mücadeledeler. Dünyayı yaşanılır bir yer kılabilmek için, çocuklarına onurlu bir gelecek bırakabilmek için, katillerden hesap sorabilmek için, krizin faturasını krizi yaratan patronlara ödetebilmek için var güçleriyle mücadele ediyorlar. Şimdilik elimizden gelen onlara yürekten bir selam göndermek ve bu isyanı yaymak için elimizden geldiğince çaba sarfetmek.

İlk taşı günahsız olan proleterya attı, sıra bizde. Şimdi yola koyulma vakti...